“Usul olmadan vusul olmaz.” vecizesi, ilim geleneğimizin temel ilkelerinden birinin ifadesidir. İlimde metodu, arayışta sistemi yahut gayede ilkeyi gözetmeyi teklif eden bu anlayış, erken dönemlerden itibaren Müslüman dünyanın bilgi ile kurduğu ilişkinin esaslarından birinin belirleyicisidir. Geniş coğrafyalar ve uzun yüzyıllar boyunca çeşitli ekollerin sağladığı uzlaşılar ve elde ettiği birikimlerin kopuşa uğramaksızın günümüze aktarılabilmiş olması büyük oranda bu metodolojik özene borçludur. Özellikle klasik ilimlerde usul ilimlerine verilen önem, bu ilimlerin sistemli düşünme ve kavramsal uzlaşı ile oturmuş disiplinler hâline gelişini mümkün kılmıştır.
Bilginin serüvenine Avrupa özelinde bakacak olursak, Bilginin Demokratikleşmesi olarak bilinen süreç, Ortaçağ Avrupası için belirli grupların tekelinde olan bilgi üretiminin, bu tekelden kurtulmasını anlatır. Matbaanın icadı ve yaygınlaşması; kitapların çok sayıda basılmasını, düşük maliyette ve yüksek hızda yayılmasını kolaylaştırdı. Bilgiyi elinde bulundurma gücü, süreç içerisinde tek bir zümreden alındı ve geniş kitlelere yayıldı. Aydınlanmanın da katkısıyla, kaynak itibarıyla sekülerleşen ve demokratikleşen bilgi, zamanla üniversitelerin, şirketlerin ve devletlerin hizmetinde birikmeye devam etti. Daha geniş kitleler tarafından daha fazla üretilen ve tüketilen bilgi, beraberinde bu birikimin nasıl kullanılacağı sorusunu da getirdi. 20. ve 21. yüzyıllar, bu anlamda, görece kolaylaşmış olan bilgiye erişim kadar, bilgiye nasıl yaklaşıldığı, bilginin nasıl tasnif ve analiz edileceği gibi kaygıları da bünyesinde barındıracaktı. Başka bir deyişle, malumat (information) yığınlarını bilgiye (knowledge) dönüştürebilme ameliyesi, en az bilgiye erişim kadar önemli hâle geldi. Okuma biçimlerinden kitap kültürüne, eğitimin yaygınlaştırılmasından dijital formatlardaki kitaplara kadar yaşanan pek çok köklü değişim, usulü yeniden asılın önüne geçirecekti.
Geldiğimiz nokta itibariyle, herhangi bir alanda var olan bilgi birikimini haiz olmak için bir insan ömrünün yeterli olmayacağı bir noktaya çoktan erişmiş durumdayız. Söz gelimi iyi bir ekonomistin, ekonomi alanının tamamına hâkim olabilmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Ortalama insan yaşamı ve eforu, üretilen bilgi göz önünde bulundurulduğunda, ancak belirli bir dönemde belirli bir coğrafyada ve ekonominin belirli bir alanında uzmanlaşmaya yetebilecek durumdadır. Zira bilgi üretimi, artık sadece yükseköğretim kurumları, düşünce ve araştırma kuruluşları, araştırmacılar ve sair nitelikli topluluklar tarafından yapılmıyor. Bilgisayar çağında, her hareketimiz bir bilgi sayılıyor. Tıkladığınız her sayfa, ziyaret ettiğiniz siteler, hatta telefon yanınızdayken konuştuğunuz her şey bilgi olarak işleniyor ve farklı amaçlarla kullanılıyor. Hasılı, siz bu satırları okurken, dünyanın bilgi birikimi yazının başındaki noktadan çok daha ileriye gitti bile. Hâl buyken bilgiye erişim değil;bilginin nasıl kullanılacağı, büyük verilerin nasıl temizlenip derleneceği, bu bilgi yığınlarının nasıl analiz edileceği, hatta bu birikimin nasıl daha verimli olarak depolanacağı çok önemli hâlegeldi.
Son birkaç on yılda yükselen “etkin çalışma”yöntemleri literatürü, verimliliği artırmaya yönelik bilgisayar programları, çevrimiçi kurslar, hasılı prodüktivite ile ilgili bütün yenilikler, bahsettiğimiz yığınların getirdiği sorunlara çözüm arayışlarının bir parçası olarak değerlendirilebilir. Ofis programları,istatistik programları ve veri analizi için gerekli kabiliyetler, CV’lerin en çok dikkat edilen bölümleri hâlini aldı. Başka bir deyişle ilim, gelenekte anıldığına benzer şekilde, tasnif ve tertip ameliyesi hâlini aldı. Bir literatürle karşılaştığınızda ona nasıl yaklaşacağınız, nasıl okuma yapacağınız, nasıl not alacağınız, hangi programları kullanacağınız, nasıl veri üreteceğiniz, ürettiğiniz datayı nasıl analiz edeceğiniz, bunu nerede saklayacağınız sorularının her biri büyük önem arz ediyor. Yani, ilmin ilm-i hâlini bilmek, ilmin ta kendisi olmuş durumda.
Bu bakış açısıyla, Mesail ekibi, 5. sayıda “metot” konusuna giriş yapmak istedi. Mutlak manasıyla olmamakla beraber, geniş çerçevesiyle metot konusunu ele ağacağımız bu sayıda, sosyal ve beşeri bilimlerle İslamî ilimlerdeki eğilimleri ve ana akım akademinin paradigmalarını ele alacağız. Ayrıca, nazarî boyutuyla, geleneğe, tarihe ve sosyal bilimlere nasıl yaklaşmak gerektiğini tartışmaya açmak istiyoruz. Bunlarla birlikte, pratik katkıları da çok önemsiyoruz ve bu sayımızda araştırma/çalışma metodu gibi modern akademi için elzem olan verimlilik ve üretkenlik konularına da yer veriyoruz.
Biz, Mesail ekibi olarak ilimde metodu ciddiye alıyor, vusulden çok usulü; zaferden çok seferi önemsiyoruz. Buna binaen, beşinci sayımızda dosya konusu olarak masaya yatırdığımız “metot” konusunu -girizgâh mahiyetinde dahi olsa- dikkatlerinize ve istifadenize sunuyoruz.
Yayın Kurulu adına,
Abdullah Yasir Atalan