Modern Tıbbi Uygulamalar ve Alternatif Yaklaşımlar Üzerine Değerlendirmeler

0 Paylaşım
0
0
0

Bir yılı aşkın süredir devam eden pandemi süreciyle tıbbi literatüre ve sağlığa ilişkin meseleler hiç olmadığı kadar hayatımıza dâhil oldu. Sadece pandemi özelinde kalmayıp sağlığa ilişkin birçok mesele de yıllardır süregelen; ama dikkat çekmeyen tartışmalar daha büyük kitlelere ulaşacak şekilde yeniden canlandı ve insanlar, küresel çapta doğrusuyla yanlışıyla yoğun bir bilgi akışına maruz kaldı. Bu bilgi karmaşası içinde neyin hakikat olduğunu bulmak, konu hakkında çok fazla tecrübeye sahip olmayan insanlar için iyice zorlaşıyor. Bir yanda bilim adamları cenahında farklı tartışmalar dönerken, diğer yanda bütün “modern tıp anlatısı”na karşı çıkan akımlar ve gruplar kendilerine yeni katılımcılar bulma yarışına giriyor. Bu yarışta kullanılan iddialı dil, insanların zihnindeki acabaları kuvvetlendirip kendilerine devlet/bilirkişi/tabipler tarafından yapılan önerilere karşı tavır almaya sebebiyet veriyor. Bu yazıda bahsi geçen süreçte karşılaştığım, resmi tıp otoritelerince onaylanmamış alternatif tıbbi tavsiyeler ve yaklaşımlar üzerine değerlendirmelerde bulunacağım. Somut örnekler verebilmek adına Türkiye’de modern tıbba alternatif üretme iddiasında olan insanların çoğunun üstat olarak kabul ettiği, bu fikrin öncülerinden Aidin Salih’in Gerçek Tıp kitabından bazı alıntılar yapacağım.

Temelde, “alternatif tıp” tabiri, yerini artık “tamamlayıcı ve geleneksel tıp” ifadesine bırakarak günümüz tıbbıyla bir nevi uzlaşmaya varmış olsa da bu tamamlayıcı tıbbın takipçilerinin genel olarak tıbbi otoritelere ve prosedürlere aykırı cephe almayı kendilerine şiar edindiği bilinen bir durum. Bu sebeple tıbbi literatüre alternatif olarak sunulan bu teşhis-tedavi sistematiğine alternatif tıp şeklinde atıf yapmakta bir sorun görmedim. Tabii ki bu alternatif tıp, yekvücut bir sistemden müteşekkil değil; aksine bu ifade dünyanın farklı yerlerinde tarih boyunca uygulanagelmiş farklı yöntemlerin tamamını kapsayacak şekilde kullanılmakta.

Alternatif tıbbın insan vücudunun işleyişine ve hastalıklara modern tıbba kıyasla daha farklı bir pencereden bakması gayet doğal ve kabul edilebilir bir durum; lakin farklı pencereden bakma çabası içinde çok bariz hataların ve insan tabiatına aykırı uygulamaların yapılması, meseleyi daha kritik hâle getiriyor. Bir de şifa bulma amacıyla çıkılan yolda insan sıhhatini tehlikeye atacak tavsiyeler verildiğinde mesele bir toplumsal sağlık sorunu olarak karşımıza çıkıyor.

Aidin Salih’in ismiyle iddiasını özetleyen Gerçek Tıp kitabında ilk incelediğim kısım, mesleki ilgi gereği çocuklarda bu teşhis-tedavi sürecinin nasıl işlediği oldu. Zira, yetişkin insan bünyesi açlık, susuzluk, enfeksiyon gibi birçok biyolojik stres faktörüne karşı çocuk bünyesinden daha dirençlidir. Bir yetişkinde sadece kısa süreli rahatsızlığa sebep olup etkisi geçecek bir uygulama rahatlıkla bir çocuğun hayatını tehdit edebilir. Örnek vermek gerekirse ishal-kusma şikâyetleri ile kendini gösteren mide bağırsak enfeksiyonları vücudun fazlaca su kaybetmesine sebep olur ve malumdur ki su, insan vücudu için hayati öneme sahip bir maddedir. Bir yetişkin, bu şikâyetlerle acil servise başvurduğunda ayaktan tedavi çoğu zaman yeterli görülürken bir çocuk ya da bir bebek çok daha titiz bir incelemeye alınır. Dehidratasyon (vücuttaki su miktarının azalmış olması) bulgusu mevcutsa da ilk ve en önemli müdahale damar yolu açılıp sıvı gönderilmesidir. Aidin Salihin bu konudaki yaklaşımı “İshal vücudun zararlı atıklardan temizlenmesidir, durdurmak yerine çocuğa 2-3 gün yiyecek bir şey verilmez.” şeklinde olup birkaç cümle sonrasında “Emzirilen bebek, ishal olursa 2 gün anne sütü verilmez.” şeklindeki tavsiyesi, akabinde “Çocuk, eğer dört aydan küçükse günde 2 defa bal şurubu verilir, emzirilmez.” tavsiyesiyle pediyatrinin temel öğretilerine ters düşmektedir. Bebeğin aç bırakılması ayrı incelenmesi gerekirken 1 yaşından önce bebeklere verildiğinde risk oluşturacak gıdalardan biri olan balın önerilmesi ayrıca şaşırtıcı olmuştur.

Su gibi hayati bir madde olan glikozun da kandaki seviyesi yine hasta takibinde en sık kullanılan vital 1  parametrelerden biridir. Yetişkin bir insanın vücudundaki depolar uzun süreli açlıkları tolere etmeye imkân verirken çocukluk ve bebeklik sürecine doğru geriye gidildikçe bu tolerans kapasitesi düşmekte, tolerans yeteneğinin en düşük olduğu grup da yeni doğan bebekler olmakta. Bu sebeple doğumdan sonra 2 saatte bir, sonraki günlerde 3 saatte bir bebeğin beslenmesi önem arz etmektedir. Anne sütünün yerini hiçbir gıdanın tutmadığı malum olsa da bu günlerde bebeğin anne sütü alamaması durumunda kendisine uygun mamalarla beslenmelidir. Çünkü düşük kan şekeri başta beyin hücreleri olmak üzere vücut dokularında hasara sebep olup sürenin uzamasıyla zihinsel ve bedensel engellerin de oluşmasına sebebiyet vermektedir. Aidin Salih’in bu konudaki tavsiyesi de “Bebeğe ilk verilecek gıda anne sütü olmalıdır.” şeklinde genel tıbbi tavsiyelerle örtüşecek şekilde başlayıp sonrasında eğer anne sütü gelmezse bebeğin 3 güne kadar aç bırakılması tavsiyesiyle devam etmekte, “Başkasından alınan anne sütüyle bile olsa bebeği beslemek büyük hatadır”2 ifadesiyle muhtemelen bebeğin vefatı, en iyi ihtimalle sakatlığı ile sonuçlanacak bir uygulamayı teşvik etmektedir. 

Yazar, muhtemelen bir kişinin bu tavsiyelere uyarak çocuğunda bir zarara sebep olması durumunda zarardaki sorumluluğundan kurtulmak için “Anne sütünün gelmemesi bebeğin daha öncesinde anne karnında görmüş olduğu bir zarar sebebiyledir.” şeklinde not düşerek kusurlu-eksik olanın aslında bebeğin kendisi olduğunu ifade etmektedir. Bu örnek özelinde kalmayıp genel olarak hastalık durumlarında victim blaming (kurbanı suçlama) yaklaşımı göze çarpmakta olup kişinin manevi bir eksikliği, kulluktaki kusuru hastalıklarının sebebi olarak öne sürülmektedir. Tüp bebek yöntemi ile sahip olunan bir çocuğu “indigo çocuk3 ve aurasında sadece kırmızı taşıyan bir insan” olarak nitelemekte, yine kitap içerisinde bu ifadeleri açıklayarak tüp bebek yöntemiyle doğan çocukların suçluluk, utanma gibi duygularının olmayacağını, sadece hayvanî bir nefse sahip olacağını belirtmektedir.4 Bu yaklaşımın insanlar üzerindeki psikolojik etkileri ve yol açabileceği ruhsal bozukluklar alanın uzmanlarınca ayrıca incelenmelidir. 

Bebeğin aç bırakılması tavsiyesini bağladığı “Rızkı taksim eden ve bebeğin rızkını veren Yüce Sahibi’ne güvenilmelidir.”5 ifadesi, birçok konudaki yaklaşımında peygamber sözü olarak sunulan –sıhhatinin araştırılabileceği herhangi bir kaynak belirtmediği için iddia olarak ele alıyorum- cümleler ve bazı ayetler üzerine  “Lokman suresi 14. Ayet ve Ahkaf suresi 15. Ayete göre bebekleri 20-24 ay emzirmek farzdır.”6 şeklinde yaptığı tespitler, tavsiyelerine dini bir dayanak ve bağlayıcı bir nitelik oluşturmakta, takipçilerinin de en önemli motivasyon kaynaklarından birini teşkil etmektedir. Bu minvalde konunun halk sağlığı açısından olduğu kadar fıkıh, hadis gibi İslami ilimler açısından ilahiyat uzmanlarınca incelenmesi de gerekmektedir.

Tıbbi literatürün alternatif tıp uygulamalarından ayrıldığı dikkat çekici bir diğer nokta da tedavi esnasındaki ilaç dozlarına ve uygulama şekline verdiği ehemmiyettir. Bir ilacın içerisinde bulunan etken maddenin hangi mekanizmalarla vücuttan emildiği, hangi organlarda etkilerde bulunduğu ve nihayetinde ne şekilde elimine edilip vücuttan atıldığı önem arz eder, tedavi temel olarak buna göre belirlenir. Maddenin tedavi edici etkisini göstermesi için gerekli minimum doz (terapötik doz), vücutta zararlı etkiler oluşturacağı ve bu sebeple üzerine çıkılmaması gereken doz (toksik doz), vücuda alındığı andan itibaren bir yandan eliminasyon mekanizmaları çalıştığı için hangi hızda etkisizleştirildiği veya atıldığı (yarılanma ömrü), hangi durumlarda kullanılacağı (endikasyon), hangi durumlarda oluşturduğu olumsuz etki nedeniyle kullanılmaması gerektiği (kontrendikasyon), hamilelik esnasında fetüs üzerindeki etkileri (gebelik kategorisi), yan etkileri, başka maddelerle etkileşimi ve çapraz reaksiyonlar bilinmelidir.  Bu bilgiler alternatif uygulamalarda çoğu durumda oldukça sınırlı olup bunun da temel sebebi ilacın uygulandığı kişilere ait istatistik ve klinik verilerin mevcut olmaması veya yetersiz olmasıdır.

Vücuda verilen bir ilaç, kan yoluyla bütün vücut kütlesine dağıldığı için verilecek doz miktarı da kişinin kilosuna göre ayarlanmalıdır. Alternatif yöntemlerde genel olarak dozlar çay kaşığı, tatlı kaşığı gibi daha muğlak ifadelerle ölçülmekte, gram cinsinden değerler verilse bile bir bitkideki etken madde bitkinin alt türlerine; yetiştiği ortamın ışığı, nemi, toprak cinsi gibi faktörlere göre değiştiği için hastaya hangi dozda verildiği kontrol edilememektedir. Pediyatrik hasta grubunda özellikle sıkı doz ayarı gerekmekte, aynı dozların verilmesi durumunda 10 kiloluk bir çocuk 20 kiloluk bir çocuğun 2 katı kadar doza maruz kalmaktadır.

 Günümüz şartlarında bir ilaç kullanıma sunulmadan önce ilk aşamada hayvan deneyleri yapılmakta (faz 0) sonrasında küçük gönüllü gruplarda uygulanarak vereceği olası zarar değerlendirmeleri yapılmaktadır (faz 1). Sonrasında hastalar üzerinde kullanımı ile optimal doz ayarlamaları yapılmakta (faz 2), bunu takiben geniş popülasyonda plasebo7 ile etki bakımından karşılaştırılmaktadır (faz 3). Bütün bu süreci tamamlayıp ruhsat alan ilaçlar, kullanıma sunulduktan sonra da (faz 4) değerlendirmeleri devam etmekte, olası bir beklenmedik durumda piyasadan toplatılabilmektedir. Alternatif tıbbın sunduğu ilaçlar ise bu aşamaları atlamakta, birkaç kişinin kullanıp fayda gördüğü bilgisi üzerinden insanlara tavsiye edilmektedir. Polikliniklerde kan tetkikleri esnasında sebepsiz yere karaciğer ve böbrek değerlerinde bozulma görülen hastalarda ayrıntılı anamnezde8 hastanın bir bitkisel karışım/kür kullanmış olduğunun ortaya çıkması çoğu hekimin yaşadığı bir tecrübedir. Hastalar, kullandıkları bu karışımın yan etkilerinden habersiz olup bitkisel olması sebebiyle bir zarar meydana getirmeyeceği beklentisindedir. Oysa günümüzde kullanılan ilaçların çoğu bitkisel kaynaklıdır ve saflaştırılıp kapsül hâlinde verilen maddenin yan etkisi olduğu gibi, bitki yaprağından demleme yoluyla elde edilip çay şeklinde tüketilen aynı maddenin de yan etkisinin olması gayet tabiidir.Netice itibarıyla tıbbi uygulama ve yaklaşımlar, binlerce yıllık süreç içerisinde oluşan yeni ihtiyaçlara cevap verecek şekilde gelişmiş ve günümüzdeki hâlini almıştır. Bir antibiyotik olan penisilinin üretimi veya çocuk felci gibi bir hastalığa karşı aşının geliştirilmesi milyonlarca insanın hayatına etki ederken anjiografik9incelemenin ve tedavinin gelişmesi kalp krizlerinde çığır açmıştır. Bütün bu yöntemler, daha önce müdahale edilemeyen ölümlerin ve sakatlıkların önüne geçilmesine vesile olmuştur. Bu günlerde yüz yüze olduğumuz Covid-19 salgını için üretilen aşıların da küresel çapta birçok ölüm ve ekonomik yıkımın önüne geçmesi beklenmektedir. Bütün bu gelişimler kadim yöntem ve tariflerin tamamen yetersiz ve gereksiz olduğu manasına gelmese de bu gelişime tamamen cephe almak ve inkâr etmek akl-ı selime uygun düşmemektedir. Neticede, çörek otu da insülin de Allah’ın nimetlerindendir.

Dipnot[+]

0 Paylaşım