Photo by Shaah Shahidh

Doğu Akdeniz ve Enerji Siyaseti

0 Paylaşım
0
0
0

Son birkaç yıldır gündemimizi yoğun bir şekilde meşgul eden, bölgesel ve küresel aktörler nezdinde tartışmaların süregeldiği, sosyal medya platformlarında Türk ve Yunan kullanıcıların üzerine adeta ikinci bir Kurtuluş Savaşı yürüttüğü bir mesele: Doğu Akdeniz. Pekâlâ, nasıl oldu da Doğu Akdeniz bütün kamuoyunun takip ettiği, gündemimizin ayrılmaz bir parçası hâline geldi? Dünyayı yoğun bir şekilde etkisine alan enerjideki çevreci dönüşüm sürecinde fosil yakıtlara olan talebin giderek azalmasından bahsediyorken bölgemizde doğal gaz üzerine harcanan bu efor nasıl yorumlanmalı? Doğu Akdeniz’e dair bu sorulara enerji güvenliği açısından nasıl yaklaşılmalı?

Tabiatı gereği pek çok farklı değişkeni bünyesinde barındıran Doğu Akdeniz meselesine dair bu sorulara farklı bakış açıları ile farklı cevaplar sunmak mümkündür; fakat bu tartışmalara girmeden evvel doğal gazın geleceği ve önemi hakkında bir fikir sahibi olmak en doğrusu olacaktır. 

Genel hatlarıyla bakıldığında doğal gazın geleceği hakkında birbiriyle zıt düşen iki görüş öne çıkmakta. İlk görüşe göre, petrol ve kömür gibi karbon salınımı yüksek olan fosil yakıtlara nazaran doğal gaz daha çevre dostu olduğu için kullanımının artırılması gerekiyor. İkinci görüşe göre ise neticede bir fosil yakıt olduğu gerekçesiyle 195 ülke tarafından imzalanan 2016 Paris Anlaşması’nın küresel ısınmayı 2°C ile sınırlandırma hedefi doğrultusunda en kısa zamanda doğal gaz kullanımı sona ermeli. Açıkçası sınırları zorlamayan ve gerçekçi bir yaklaşım ise bu iki, üç pozisyon arasında bir yerlere denk düşmektedir.

Başkanlığı devraldığı ilk gün, selefi Trump yönetiminin 2017’deki Paris Anlaşması’ndan çekilme kararını iptal edip yaklaşık 2.800 kilometrelik Keystone petrol boru hattı projesini durduran Joe Biden’ın Amerika Başkanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte küresel iklim değişikliği mücadelesinin hız kazanacağı sır değil. Bununla birlikte bu mücadelede dünya kamuoyuna öncülük yapan Avrupa Birliği’nin (AB) 2050 yılında net sera gazı emisyonunu sıfırlama hedefi koyan 2019 Yeşil Mutabakat’ını (Green Deal) da önümüzdeki yıllarda sıklıkla duymamız oldukça muhtemel gözüküyor. Doğal gazın ise bu dönüşümde oynayacağı rolü kestirmek, mevcut denklemdeki bilinmeyenlerin çokluğu sebebiyle zor olsa da, küresel iklim değişikliği mücadelesinin yakın gelecekte momentum kazanacağını müjdeleyen bu gelişmeler karşısında doğal gazın nispeten kırılgan bir pozisyona düştüğünü teslim etmek gerekiyor.

Diğer yandan, AB tarafından yayımlanan referans senaryoya göre, geçtiğimiz senelerde Avrupa’nın toplam enerji ihtiyacının %21’lik kısmını karşılayan doğal gazın, birliğin toplam tüketimindeki payını 2050’ye kadar koruyacağı öngörülüyor.1 Dahası, Avrupa’nın kendi doğal gaz kaynaklarının da azalmasıyla birlikte dışa bağımlılığının artacağı bekleniyor.2 Dolayısıyla, hâlihazırda doğal gaz ihracatının %40’ını karşılayan Rusya’ya olan bağımlılığını azaltmak ve 2009’daki Ukrayna krizi sonrası yaşanan 13 günlük gaz kesintisine benzer bir kâbusu tekrar yaşamak istemeyen AB için doğal gaz arzının kısa ve orta vadede önemini koruyacağı söylenebilir. 3 Bu bilgiler ışığında, AB enerjisi için güvenilir, sürdürülebilir ve rekabetçi bir vizyon sunan Enerji Birliği (Energy Union) politikasının öncelikli misyonu enerji güvenliğini sağlamak amacıyla ihracatçıların, kaynakların ve transit rotalarının çeşitlendirilmesi olarak belirlenmiş durumda.4

 

Neden Doğu Akdeniz?

21. yüzyıla kadar Doğu Akdeniz, Osmanlı Devleti’ni takiben kurulan devletlerin iç ve dış çatışmalarına sahne olan, bölgesel kalkınmaya dair yeterli bir farkındalığın oluşmadığı bir coğrafyaydı.5 Denize dair farkındalığın giderek artarak kıyı ülkelerinin bölgesel ajandalarına daha görünür bir şekilde dâhil olmasının ise 2009 yılında İsrail münhasır ekonomik bölgesindeki Tamar doğal gaz sahasının keşfiyle başladığı söylenebilir. Takiben, 2010’da Leviathan (İsrail), 2011’de Aphrodite (Güney Kıbrıs Rum Kesimi –GKRY-), 2015’te Zohr (Mısır), 2018’de Calypso (GKRY) gaz sahalarına ek olarak irili ufaklı başka rezervlerin de keşfiyle birlikte Doğu Akdeniz bölgesel ve küresel aktörlerin iştahını kabartan bir enerji havzası olmaya başladı. Üstelik enerjiye aç ve oldukça kâr vadeden Avrupa marketi ise hemen karşı kıyıdaydı!

Arz ve talep böylesi dar bir coğrafyada birbirini bulmuşken neden doğal gaz hâlâ Avrupa’ya iletilemedi? Siyasi engeller bir kenara bırakılırsa şimdiye kadar doğal gazın Avrupa’ya taşınması için masaya yatırılmış olan iki yol var. Birincisi, son yıllarda gelişen damıtma ve depolama teknikleriyle birlikte boru hatlarının (dolayısıyla transit ülkelerin) önemini gittikçe azaltan ve tankerler vasıtasıyla yapılan sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ihracatı. Gelgelelim ki yeterli LNG altyapısının kurulması oldukça masraflı ve AR-GE açısından epey zahmetli. Bu sebeplerle LNG, kısa vadede Doğu Akdeniz gazının taşınması için şimdilik masadan kalkmış durumda.6 

İkinci yol ise gündemimizdeki tartışmaların odak noktası olan EastMed boru hattı projesi. AB tarafından Ortak Çıkar Projeleri (Projects of Common Interest (PCI)) listesine alınan EastMed’in, Levant havzasındaki doğal gazı Kıbrıs ve Girit adaları üzerinden Yunanistan ana karasına taşıyacak 6 milyar avroluk dev bir boru hattı olması planlanmakta. AB’nin yanı sıra Rus doğal gazına alternatif teşkil etmesi sebebiyle Amerika’dan da destek alan, 1600 kilometresi suyun altından olmak üzere toplamda 1900 kilometrelik bir rotayı takip etmesi öngörülen projenin anlaşması 2 Ocak 2020 tarihinde Yunanistan, GKRY ve İsrail liderleri tarafından imzalandı.7 Anlaşmadan iki hafta sonra ise EastMed paydaşlarıyla birlikte Mısır, Ürdün, İtalya ve Filistin yönetimi tarafından bölgedeki enerji iş birliğini artırmak amacıyla Eastern Mediterranean Gas Forum (EMGF) adıyla bölgesel bir örgüt kuruldu. Türkiye forumun dışında bırakıldı. Ancak EastMed’den çok kısa bir süre önce Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzalanan deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması ile projenin planlanan rotası üzerindeki egemenlik iddialarını yasal bir zemine oturtarak, EastMed’in Türkiye’nin dışında olduğu bir konsorsiyum tarafından faaliyete geçirilme planlarını bir nebze de olsa tıkadı. Dolayısıyla, hâlihazırda fizibilitesi ve finansmanı ciddi anlamda sorgulanan EastMed’in siyasi açıdan da zahmetli bir işe dönüşmesiyle Doğu Akdeniz gazını Avrupa’ya iletip iletemeyeceği merak konusu. 

 

Türkiye ve Doğu Akdeniz Açmazı 

Bölgedeki en uzun kıyı şeridine sahip olan Türkiye’nin, bölgesel enerji iş birliğini hedefleyen ve hemen hemen tüm sahildar ülkeleri bir araya getiren EMGF’nin dışında bırakılması Doğu Akdeniz’deki bilmecenin kısa bir özetini sunuyor. Bu soruya bir cevap bulmak adına enerji politikası özelinde bir değerlendirme yapıldığı zaman Türkiye ve AB’nin çıkarlarının ortaklaştığını; fakat ironik bir şekilde iki aktörün Doğu Akdeniz meselesinde uzlaşamadığını görüyoruz. 

Türkiye uzun yıllardır dünyadaki ispatlanmış petrol ve doğal gaz kaynaklarının %70’ini barındıran Ortadoğu ve Kafkasya ile enerjide dışa bağımlı Avrupa’yı birbirine bağlayan bir enerji dağıtım merkezi (energy hub) olmaya aday.8 Bu maksada hizmet eden jeopolitik önemine ek olarak Türkiye, tedarikçi ülke olmamasına rağmen gelişmiş kurulu taşıma ve depolama kapasitesiyle Avrupa’nın doğal gaz tedarik zincirinde daha da önemli bir halka olma potansiyeline sahip. Bölgede etkisini artırmak isteyen bir transit ülke olmanın yanı sıra, tıpkı AB gibi Türkiye de ithal edilen toplam miktarın yaklaşık yarısını karşılayan Rus doğal gazına olan bağımlılığını azaltmayı hedefliyor.9  Buna bağlı olarak AB’nin son yıllardaki Türkiye raporlarına baktığımızda enerji güvenliği üzerine yapılan iş birliğinin ikili ilişkilerde istikrarlı bir şekilde “iyi” olarak nitelendirildiğini görüyoruz. Öyle ki Türkiye’nin AB üyeliği çerçevesinde 2010’dan itibaren uzun bir süre fasıl açılmayınca, enerji iş birliği, aktörler tarafından korunmaya çalışılmış ve EU-Turkey Positive Agenda kapsamına dâhil edilerek bir dizi Yüksek Düzeyli Enerji Diyaloğu görüşmeleriyle desteklenmişti. Ayrıca, başka bir ironik unsur olarak, AB’nin Azerbaycan doğal gazının taşınmasını sağlayan ve Türkiye ile iş birliğinde önemli rol oynayan Trans Anadolu Boru Hattı (TANAP) projesini de EastMed gibi PCI listesine alınarak desteklediğini göz önünde bulundurmak gerekir.

Tüm bu çıkar ortaklıkları ve enerji iş birliğindeki pozitif dinamizm hesaba katıldığı zaman materyal koşulların Doğu Akdeniz konusunda iş birliği yapmanın tüm aktörler için olumlu sonuçlar doğuracağı ve bölgesel enerji güvenliğini artıracağı öngörülebilir. Gelgelelim günümüzde ikili ilişkilerin durumuna baktığımızda, mevzubahis iş birliği için uygun zeminin bulunarak Türkiye’nin de dâhil olduğu çok taraflı bir enerji dayanışmasının tesisi birçok siyasi çıkmazın çözümüne bağlı durumda. Bölgedeki kördüğümün çözülmesinde kilit önem taşıyan AB ülkelerinden GKRY ile olan münhasır ekonomik bölge anlaşmazlığı ve Kıbrıs Türkleri sorunu, Yunanistan ile iplerin daha da gerilmesine neden olan Ege’deki adalara dair yetki alanları tartışması ve gayri askeri statüdeki Yunan adalarının silahlandırılması iddiaları bunlardan sadece birkaçı. Bunlara ek olarak Türkiye’nin bölgede etkin güçler olan, ispatlanmış doğal gazın büyük kısmına sahip olan İsrail ve Mısır ile hâlihazırdaki limoni ilişkileri de enerji iş birliğine giden yolla paralel olan dinamikler.

Sonuç olarak, Doğu Akdeniz’de istikrarlı ve sürdürülebilir bir düzenin kurulabilmesi birçok aktörün yine iç içe geçmiş birçok konuda anlaşmasına bağlı. Doğu Akdeniz meselesi elbette sadece ekonomik dinamiklerle açıklanabilecek kadar basit değil; fakat küresel çapta giderek büyüyen iklim ve çevre farkındalığına rağmen doğal gazın hâlâ gelecek vadettiğini ve bölgedeki aktörlerin elde edebileceği ortak kazançları göz önünde bulundurduğumuzda, karşılıklı karmaşık bağımlılık teorisinin (complex interdependence theory) önerdiği üzere, aktörlerin uzun vadeli rasyonel çıkarları doğrultusunda enerjide kapsayıcı bir iş birliğine girmelerinin herkes için fayda sağlayacağı aşikâr.10 Bunun aksine çözümsüzlük, yine karşılıklı zarara gebe olacak gibi gözüküyor. 

Dipnot[+]

0 Paylaşım