Credit: Serhan Aliustaoglu

Gittim, Gördüm, İnandım: Travma, Gönüllülük ve Depremin İzinde Yolculuk

0 Paylaşım
0
0
0

Bu yazı, Adıyaman’a doğru yapılan bir yolculuğun hikayesini anlatmaktadır. Bu yolculuk; öğrenci, öğretmen, psikolog ve arama kurtarma ekiplerinden oluşan 10 genç insanın, hiç tanımadıkları bir bölgeden insanlık dersleri almak amacıyla yola çıkışlarını temsil etmektedir. 15 Mart 2023 tarihinde başlayan bu yolculukta, travma, gönüllülük ve depremin etkileriyle ilgili deneyimlere yer verilmiştir. 

 

Travmanın İçine Yolculuk

Gönüllü bir psikolog olarak çalıştığım dernekten aynı anda dört beş araç, depremden etkilenen bölgeye doğru yola çıkmıştı. Bu, herkes için uzun ve sabır gerektiren bir yolculuğun başlangıcıydı. Adres teyitleri, bağışlar, yol planlaması ve en önemlisi uzaktan, destek ekibinin maddi ve manevi güvenliğini sağlamak için büyük bir sabır gerekiyordu. Gönüllülüğün kendinden vazgeçmek olduğunu bu süreçte daha iyi anladım: aradığımızda ulaşamadığımız arkadaşlardan yemek yemeyi unutanlara kadar… Acil durum gruplarında herkes elinden geleni yaparak sahadakilere yardımcı olmak için büyük çaba harcıyordu. Onlara kendilerini hatırlatmak ve sahada daha aktif olmalarını sağlamak için elimizden geleni yapmaya çalıştık. 

Gece gündüz demeden depremzedelere ve sahadaki gönüllü ekibe nasıl destek olabileceğimize dair toplantılar düzenledik. Bu toplantılarda sık sık ikincil travmayı gözlemleme fırsatım oldu. Sahada olmayanların kendilerini suçlamalarına, bu durumdan utanmalarına ve evlerinde sıcak bir ortamda olmanın verdiği mahcubiyeti yaşayışlarına şahit oldum. Odak noktamı “Önce sen iyi ol ki başkalarına da iyi gelebilesin” şeklinde değiştirdim. Sadece bu cümleyle insanlara destek olabildim. Beklerken yapabildiklerimiz sınırlıydı, ancak herkesin işi bittiğinde sıranın o zaman bize de geleceğini biliyorduk. Altı ay, bir yıl sonra bile orada yapacak çok işimiz olacaktı ve bunlar sadece başlangıçtı.

 

Gönüllülük ve Etkinlik Çadırı

Gönüllü olarak çalıştığım dernek, çocuklar için yeni bir dünya yaratmak amacıyla etkinlik çadırı kurma planları yapmaktaydı. Birçok hazırlık ve planlama yapıp Adıyaman’a kurulum ekibini gönderdik. Bu bizim için heyecan verici bir anıydı. Onları, çocukluk yıllarına dair depremin kötü etkilerinin taze olduğu zamanlara ait hatırlayabilecekleri güzel  bir ortamla buluşturmayı istiyorduk. Uzaktan emek veren bir ekip olarak sıramızı bekliyorduk. Ne zaman “Sıra sizde” denilirse o zaman oraya gidecektik, ve beklenen gün, 15 Mart, artık gelmişti.

Yolculuk öncesinde, herkeste bir tedirginlik ve durgunluk vardı. Depremin üzerinden 40 gün geçmişti ve orada olmasak da uzaktan yardım konusunda elimizden geleni yapmıştık. Ancak fiziksel olarak o bölgeye gitmemiz gerektiğinin de farkındaydık. İçinde üniversite öğrencileri, öğretmenler, dağcılar, fotoğrafçılar ve psikologlar gibi farklı mesleklerden gönüllülerin bulunduğu bir ekip olarak yola çıktık. Yolda nasıl davranmamız gerektiği, neler söylememiz gerektiği ve nelere dikkat etmemiz gerektiği konusunda planlar yaptık. 

Bir psikolog olarak ekip arkadaşlarıma yolculuk öncesi ve sırasında psikolojik ilk yardım konusunda bilgiler aktardım. Bu yolculukta kendimi iki kat sorumlu hissettim. Hem bir psikolog hem de Eslem olarak, deprem travmasını ikincil dereceden yaşamış sıradan bir vatandaş olarak… Sadece çocuklarla ilgilenmek değil, birlikte gittiğim ekibin psikolojik sağlamlığından ve onların orada travmatik bir deneyim yaşamalarına engel olmaktan da sorumlu hissediyordum. Evet, çocuk ve ergen terapistiydim, evet; birçok psikolojik ilk yardım dersi almıştım, ancak bu başka bir sorumluluktu. Uzaktan bilgi vermek, empati kurmak ve anlamaya çalışmak daha kolaydı. Oraya gitmeden, şartları bilmeden buradan söylenen her şeyin faydalı olabileceği söylentisinin, sahada yaşamayanlar için içi boş laflardan ibaret olduğunu anladım. 

Oradaki koşulları tecrübe edenler, her koşulu kabul ederek yola çıkar ve şartlara göre yeni bir yol haritası çizerler. Çünkü gönüllü olmak, kendini ortaya koymak ve başkasını kendinden önce düşünmek demektir ve bunu en iyi şekilde yapabilmek için her türlü çabayı göstermek gerekir. Evet; afet, deprem, ölüm birinci dereceden etkilenenler için travma oluşturur. Ancak ikincil travma, uzaktan televizyon, sosyal medya ve diğer kaynaklardan takip edenler için utanma ve suçluluk hissi olarak ortaya çıkar. İkincil travma, travmayı yaşayan kişilerin acılarını ve stresini paylaşarak, olayın etkilerini deneyimleme eğiliminde oldukları bir empati sürecidir.

 

Dayanışma ve Toplumsal Bağlar

Kendi gözlerimle tanık olduğum gibi; oradaki insanların dayanma gücü, inancı ve dik duruşu, hayatım boyunca başka türlü alamayacağım bir ders oldu. Bize sürekli teşekkür ettiler, bizden helallik istediler çünkü onları asla unutmadığımızı hissettiler. Bir sabah çadırımızın dışından gelen “Hocam, uyandınız mı? Müsait misiniz?” sesleriyle uyandık. Fatma abla çadırında sacda yufka yapmış ve sıcak sıcak elimize tutuşturmuştu. İçine koyacak malzemesi olmadığı için mahcubiyetini iletiyordu. O anda düşündüm, biz buradan çıkıp hiçbir şey olmamış gibi nasıl evlerimize geri döneceğiz? Bizim gittiğimiz hafta deprem bölgesinde sel oldu ve birçok çadır sular altında kaldı. Aileler çocuklarına artık çorap giydirmiyorlardı, çünkü kurutamazlardı. Hal böyle iken, kendi çadırları su almışken her gece bize gelip “Isıtıcı getirelim mi, üşüyor musunuz, ıslandınız mı?” diye soruyorlardı. Onlar bize “çocuklarım” diyorlardı. Orada tanık olduğum dayanışma ve ilişkiler olağanüstüydü. Bunu başka hiçbir yerde bulamazdık.

Bu hikayede; kişisel deneyimlerime dayanarak, iyileşmek istiyorsak acının merkezine gitmemiz gerektiğini anladım. Deprem bölgesinde yaşayan ve bu süreci orada atlatmaya çalışan insanların bu süreçle; olayları televizyon, sosyal medya ve diğer kaynaklardan takip edenlere kıyasla daha iyi başa çıktıklarını gördüm. Yıkılmış bir şehrin yeniden inşasına tanıklık etmek, o şehirle birlikte dirilmek ve ayaklanmak demektir. O ayağa kalkma gücünü ve cesaretini bulmak demektir. Aynı acıları yaşayan insanlarla birlikte ağıtlaşmak, evin eşyalarını düzenlemek ve toprağından kopmamak, ileride ortaya çıkabilecek travma durumunda daha sağlam bir psikolojik zemin oluşturacaktır. Elbette bu herkes için aynı şekilde geçerli olmayabilir. Ancak etrafımdaki deprem sonrasında başka şehirlere gidenler arasında kaçınma ve suçlama davranışları gözlemledim. Memleketlerine döndüklerinde bile evleri olmadığı halde “evdeyiz” dediklerini ve ilk kez ağladıklarını gördüm. Ortak mutlulukları ve acıları paylaşmak bizi iyileştirir. Türkiye’deki birçok gönüllü, bu sınavı acıları paylaşarak ve kendini adanmışlıkla ortaya koyarak geçti.

 

0 Paylaşım