Dedikodu Yapmanın Faziletleri

0 Paylaşım
0
0
0

Batı’ya iltica etmiş kimseler için büyük bir rahatlık vesilesi temin eden bazı toplumsal özellikler var malum: Kurallara uygun hareket, nezaket ve müdahalesizlik. Türkiye gibi toplumlarda ise kaos, gerginlik ve gereksiz müdahaleden yaka silkilir. Kulağınızın ardına iliştirdiğiniz çiçek, giyiminize kattığınız cırtlak renkler, tekinsiz dostlarınız, sevgilinizle beraber olduğunuz mekanlar, eğlence biçiminiz, hâlen evlenip evlenmediğiniz, evlendinizse ne zaman çocuğunuzun olacağı, askere ne zaman gideceğiniz, işli veya işsiz oluşunuz, çalışıyorsanız maaşınızın ne kadar olduğu gibi konular Batı’da yaşıyorsanız çoğunlukla başkalarının gündeminde değildir. Yolda yürürken yanından geçtiğiniz kişi hiç lüzumu yokken sizden özür dileyebilir ve yaya geçidinde size muhtemelen araba çarpmayacaktır. Her ne kadar günümüzde toplumsal farklılıkları Doğu ve Batı gibi genelleştirici kategorilerle ve özcü bir yaklaşımla ele almanın çok isabetli sonuçlar vermeyeceği bir aynılaşma süreci içinde bulunsak da hâlen bu temel ayrımın bazı gözlemleri yerli yerine oturtmak için uygun bir zemin temin ettiğini söyleyebiliriz. Buradan hareketle, birbirinin dedikodusunu yapacak kadar etrafıyla ilgilenen müdahaleci bir toplumla, insanların birbirine müdahale etmesinin sıkıntılı sonuçlarını izale etmek için nezaketli fakat bireyler arası bağların zayıf olduğu toplumların temel farklarını gözlemlemek ve bu farkların, birlikteliği en çok gerektiren felaket anlarındaki inisiyatif alışlara ne şekilde etki ettiğini düşünmek verimli olacaktır. Bu gözlemlerin bizi müdahaleciliğin bizatihi kötü olmak şöyle dursun, dinamik ve gelişmiş bir toplum için hayatî olduğu fakat yanlış uygulandığında o toplumu yaşanır olmaktan uzaklaştıracağı sonucuna sevk edeceğini düşünüyorum.

Kurallara uygun hareket, nezaket ve müdahalesizlik: Bu çabucak okununca oldukça pozitif çağrışımlar yapan toplumsal özellikleri, bir tür tefessühün cafcaflı yansımaları olarak görmekten kendimi alamıyorum. Kimse sizin ne yaptığınıza karışmaz, ortada dedikodusu yapılacak bir şey yoktur çünkü bir başkasıyla öyle veya böyle ilgilenmek zaten matah değildir. Nezaket bir tür savuşturma aracıdır, ilişkileri risk teşkil edecek kadar derinleştirmekten kişiyi muhafaza eder. Yaya geçidinde sizi ezen olmaz ama ezkaza yola atlamayagörün. Kuralın kendisine odaklanmaktan kuralın korumaya değer bulduğu şeyle bağlar neredeyse kopmuştur. Kural bugün böyle olduğu için doğru budur, yarın değiştiğine doğru da başka şey olacaktır. Değişime tabi olan formun ötesindeki farklı biçimlere bürünse de hayatiyetini sürdürmesi beklenen ilke ve umdeler soluklaşmış, izleri görünmez olmuştur. İnsanın insanla aracısız ilişki kurma potansiyeli ortadan kalkayazmıştır. Toplumsal gelişmişlik, insanların dolaysız ilişki kurmasının riskli yanlarını öngörerek, kurumların aracılığına devasa roller vermek şeklinde algılanmaya başlanmıştır. Hayatı kolaylaştıran aracıların, hayatiyeti boğan, temel insanî ilişki ihtiyacını gölgeleyen yanı gözetilmez olmuştur. Doğrusu hayat, risklerinden mümkün mertebe arındırılmakla laboratuvar ortamında yeniden üretilir hâldedir. Sadece istenilen nitelikleri bulunduran bir köpek cinsinin, müşterinin arzusuna göre özel olarak üretilmesi gibi. Birbirinin mesuliyetini alma işinin insanlara değil, aracı kurumlara yüklendiği; mesela sigorta şirketlerinin ve mesela bankaların büyük ölçüde hâkim olduğu bir toplumsal bir aradalıktan söz ediyorum. Bu tabloyu, güçlü kurumların işlevini küçümsemenin yollarını arama uğruna değil, bu sözüm ona gelişmişliğin temel insanî ilişkilere alan bırakmayan, insanların birbirini gözetmesine, birbiriyle ilgilenmesine, birbirinin ihtiyacını görmesine imkân tanımayan yanına dikkat kesilelim diye resmediyorum. İçtenliği, doğrudanlığı, kendi benliğini aşan bir bünyeye katılma imkanını, bu bünye için bir şeyler yapma motivasyonunu, insanın insana yarar yanını baltaladığından söz ediyorum. Günün sonunda, bir arada olmalarının aynı toprak parçasında dünyaya gelmek veya aynı siyasi birliğin çatısı altında ezkaza bulunmuş olmak dışında ortak bir anlam dünyasını paylaşmak gibi bir temele dayanmadığı insan yığınlarının ortaya çıktığından bahsetmeye çalışıyorum. Tablonun böyle olması bir toplumsal gelişmişlikten ziyade bir toplumsal şişmanlama örneği ortaya koyuyor: Evet, bazı materyallerin miktarında artış var; fakat bu artış bünyeyi güçlendirmekten, sağlam ve sağlıklı kılmaktan ziyade onu temel işlevlerini yerine getiremeyecek bir atalete, bir yavaşlığa, bir donukluğa sevk ediyor.

Türkiye gibi toplumlarda ise, hadi bütün özgünlüklerine rağmen Doğu toplumlarında diye genelleştirelim, hâlen dedikodu var. Dedikodu var, yani insanlar birbiriyle ilgilenmeyi, birbirinden haberdar olmayı çoğunlukla yanlış anlıyor. Gençler, bayram buluşmalarında akrabaların üzerine pek de vazife olmayan sorular sormasından en kıvrak manevralarla kurtulmanın yollarını birbiriyle paylaşıyor. Çünkü akrabalık ilişkisi, içine olumsuz duygu durumları damlayıp kıvamını bozsa bile, birbirinden haberdar olmanın, birbirinin hayat yolunda kat ettiği aşamalara destek olmanın önem arz ettiği bir model olmayı sürdürüyor. Kaos ve gerginlik var çünkü insanlar iç dünyalarını inceltip terbiye etme zahmetine girmiyor olsa da müstakbel risklerin hesapçılığına kapılmadan samimiyetle içlerindekini dışa yansıtıyor. İçten hiçbir bağ hissetmediği bir yabancıyı nezaketle savuşturmak yerine, içinde olumsuz duygu durumları oluşturan bir diğerine haddini aşarak da olsa yönelmekten geri durmuyor. Kurallar ihmal edilebilir görülüyor çünkü kuralın korumaya değer bulduğu şeyle, kuralın formunu aşacak bir ilişki kurulabiliyor. Doğrular ve yanlışlar, değişken formların kuşattığı alanda hapsolup görünmezleşmenin ötesinde bir canlılıkla toplumsal alanda kendine yer buluyor. Birbirine gereksiz müdahale etme var, çünkü lüzumluyla gereksizi ayırt etme kabiliyeti hamlamış olsa da bir başkasına hepten yabancı kalmanın zelil bir durum olacağına dair bilinç iyice solmuş değil. Basitçe, arabasını park etmeye çalışan birinin yanı başında hemen vazifeye atılan birilerinin toplanıp talimat vermeye başlamasını düşünelim. Yine, açılın ben doktorum sözünü ortaya çıkaran, açılması gereken bir kalabalığın olay yerine gerekli-gereksiz intikal etmesi motivasyonunu düşünebiliriz. Büyük şehirlerde iç ılıyan örneklerini daha az görür olduğumuz bu bir aradalık şekilleri, insanların kendi benliklerini aşarak birlikte oluşturdukları bünyenin bir parçası olmayı bile isteye seçtikleri ve diğerleriyle ortak bir anlam dünyasını paylaştıkları izlenimini uyandırıyor, yoksa başka yerde ve başka bir toplumun parçası olarak yaşama imkânları olmadığı için veya sırf kader icabı burada doğdukları veya bulundukları için değil. Öyle ya, birbiriyle az ya da çok canlı bir bağı olan uzuvlar söz konusuysa bir bünyenin varlığından söz edebiliriz, yoksa birbirinden kopmuş beden parçalarını vücut şeklini vererek bir düzlemde yan yana getirince bütünlüklü bir bünye oluşturmuş olmayız. Uzuvlar arası bağ, birbirine zarar veriyor olsa bile bir canlılığın hâlen var olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Hayatiyet kaybolduktan sonra, iyileştirme imkânı kalmaz, ama işlev bozukluğu olsa bile canlılığın olduğu yerde hâlen bir düzelme ümidi vardır.

Olağan zamanlar için gözlem alanımıza giren Türkiye örnekleri, büyük ölçüde çarpık bir birbiriyle ilgilenme hâli ortaya koyuyor. Olağanüstü zamanlarda ise adeta bütün yanlış uygulamaları tersine çevirecek kadar hızlı bir tavır almayla, toplumsal gelişmişliğin en seçkin örneklerinin her günkü rutinin icra edilmesi gibi sergilendiğine şahit oluyoruz. Millî Mücadele döneminden tutup 15 Temmuz darbe girişimindeki inisiyatif alışa getirebileceğimiz bu örneklerin sonuncusunu 6 Şubat depremleri vesilesiyle gördük. Mahalli idareyle entegre şekilde koşturmalar, evini barkını hiç tanımadığı depremzedelere açmalar, semt esnafıyla varlıklı tanıdığını buluşturup tırlar dolusu erzak ve eşya toparlamalar, en son yirmi sene önce görüştüğü arkadaşının deprem bölgesinde olduğu zannının peşinden sonuna kadar haber alma imkanlarını zorlamalar; kanından, malından, harçlığından, gençlik enerjisinden feda etmeler. Felaketlerin birleştirici gücünün etkisiyle “birbiriyle ilgilenme prensibinin” tam da olması gerektiği gibi tefsir edilmesi… Tekrar ifade etmem gerekir ki bu aşamada ülkece gördüğümüzün, bazılarımızın kendini daha çok içinde bulduğu bazılarımızın biraz daha çeperinden baktığı bu dinamizmin müstesna bir toplumsal ilerilik göstergesi olduğunu çekinmeden söylemeliyiz. Otantik inisiyatiften söz etmişti şair bir yazısında: Anadolu topraklarının şimdiye kadar uğradığı sarsıntılar sırasında yeniden derlenip toparlanmayı temin edecek gücün doğmasını beklemektense felaket karşısında kendi gücünü harekete geçirmek üzere duruma derhal el koymanın ruhi kabiliyetini aralıksız hazır bulunduran vilayetleri işaret etmişti. Bu inisiyatif ile parçasını oluşturduğu bünyeyi iyileştirmek için canlı bağlarını sonuna kadar kullanma iştiyakının adeta bütün ülke sathına yayıldığı tespitini bir çırpıda yapabiliriz. 6 Şubat depremleri, güçlü kurumların bireysel iştiyakları ihtiyaca yönelik kanalize etmede ne kadar önemli bir vazife gördüğünü ortaya koyarken; bu kurumsal yapıları harekete geçirecek, onlara gerekli insan kaynağını, maddi ve manevi desteği temin edecek olanın yine birbiriyle doğru şekilde ilgilenmeyi bilen insanların ürettiği dinamizm olduğunu açık şekilde gösterdi. Yine bu vesileyle, dolaysız insanî ilişki kurma ihtimalinin baltalanmadığı ve insanların birbiriyle ilişkiye geçmenin olası risklerinden kaçınmak adına bağlarını asgariye indirmediği bir düzlemde aracı kurumların güçlendiği; yakın ve içten ilişkilerinse kötü uygulanıp bireyi boğmadığı, zayıf kurumsal yapıların ortaya çıkmasını sonuçlamadığı bir gelişmişlik tablosunun imkânları üzerine düşünmenin önemi ortaya çıktı. Dedikodu yapmak gibi bir çarpık davranışın, birbiriyle ilgilenen insanların varlığına dair önemli bir emare olduğu yerde, bu canlılık potansiyelinin zarar vermeden, diğerinin faydasına olacak şekilde ve sadece felaket durumlarına has olmayıp olağan zamanları da kapsayacak biçimde açığa çıkmasının önemini gördük.

Kolayca fark edilebileceği üzere, Batı toplumları diyerek zikrettiğim hususlar başlı başına kötücül bir yapı arz etmediği gibi, Türkiye gibi toplumların olağan zamanlarına has diyerek paylaştığım gözlemler de ideal bir toplumsal senaryoyu yansıtmıyor. İki yüzü başka şeyler söyleyen birer madalyon, birini edinince öbürünün elimizden kayıp gittiği bir pazarlık masası varmış gibi. İdealize edilen ilerilik tablosunda teknik gelişim, kurumsallık, yapısal iyileştirmeler, güçlü aracılar, bireylerin birbirine müdahale etmediği bir tablo göz kamaştırıcı bir biçimde tahtındaki yerini koruyor. Halbuki, bir aradalığından söz ettiklerimizin cansız birer meta veya bilinçsiz birer canlı olmadığı; yani mal veya hayvan topluluğundan bahsetmiyor olduğumuz bir düzlemde, insanların bir aradalığına dair bir ilerilik senaryosunu ifade ediyorken, dolaysız insanî ilişkinin ve birbiriyle ilgilenme prensibinin varlığına merkezî bir değer atfetmemiz önem arz ediyor olmalı. Bu bakımdan, müdahaleci bir toplumun müdahalesiz bir toplumdan daha ileri olduğu, ama yanlış uygulanan müdahale biçimlerinin bireyi boğarak o toplumu daha az yaşanır hale getirebileceğini zikredebiliriz. Birbiriyle ilgilenme prensibini olağan durumlarda da işletecek, aracısız insani ilişkiyi teknik gelişmeye ve güçlü kurumların varlığına kurban etmeyecek bir ilerilik düzeyinin imkânları üzerine düşünmeliyiz. Felaketlerin yaralarının sağalması, afetlerde göçenlerin rahat etmesi ümidimizi, felaket anlarını içeren ve aşan bir bir aradalık örneği ortaya koymakla fiiliyata geçirebiliriz.

 

 

 

 

 

0 Paylaşım