Photo by Levi Meir Clancy on Unsplash
Photo by Levi Meir Clancy on Unsplash

Siyonizm’in Makbul Yahudisi Kimdir?

0 Paylaşım
0
0
0

Siyonizm, Yahudi ulusunun Filistin topraklarında kurulacak bağımsız bir devlet altında bir araya toplanması için 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan siyasi bir harekettir. Fakat bu ulus içerisinde bazı Yahudiler, diğerlerinden her zaman daha evlâ oldular. Bu önem sıralaması kolonyal bir ideoloji olan Siyonizm’in aslında kuruluşundan beri Avrupa merkezli, beyaz-egemen ve Oryantalist bir hareket oluşunun doğal bir sonucudur.

 

Dünya’daki Yahudiler büyük ölçüde üç ana gruba ayrılır: Aşkenazlar, Sefaradlar ve Mizrahiler. Kökleri Almanya, Fransa ve Doğu Avrupa’ya dayananlar Aşkenazi; İber yarımadasına, yani İspanya ve Portekiz’e dayananlar Sefarad; Kuzey Afrika ve Orta Doğu’ya dayananlar ise İbranice’de “Doğulu” anlamına gelen Mizrahi olarak adlandırılırlar.

 

Bugün yaklaşık 9 milyon olan İsrail nüfusunun üçte birinden fazlası Arap Yahudilerden oluşur. (JVP) Bin yıllardır Orta Doğu’nun farklı yerlerinde dağınık halde yaşayan Doğulu Yahudilerin Mizrahi adını alması ise İsrail devletinin ilk yıllarına rastlar. Fas, Tunus, Cezayir, Libya, Mısır, Yemen, Lübnan, Suriye, Irak, İran ve Türkiye’den gelen gruplara bu adı veren Siyonist hareketin amacı, Avrupalı olan ve olmayan Yahudileri ayırmaktır. Zaman ilerledikçe İber yarımadasının Yahudileri dahi “yeterince Avrupalı” olmadıkları için Mizrahi grubuna dahil edilirler; zira İspanya, Portekiz ve Kuzey Afrika’da uzun süre Müslüman yönetiminde yaşamış, oradaki ırklara karışmışlardır.

 

Giriş: Anti-Semitizm ve Siyonizm ilişkisi

19. yüzyıl boyunca gittikçe kurumsallaşan anti-Semitizm’den en çok etkilenenlerin Orta ve Doğu Avrupa’da yerleşik olan Yahudiler oldukları inkar edilemez elbette. Siyonizm fikrinin kurucuları, anti-Semitizm sonucunda özellikle Avrupa’da “Yahudi sorunu”nun artık göz ardı edilemeyecek kadar ciddi bir hal aldığını tespit etmiş , beraberinde bu sorunun küreselliğini de özellikle vurgulamışlardır (Öke, 2012). Öte yandan, küresel ölçekteki Yahudi sorununa ideal çözüm olarak bağımsız Yahudi devleti kurma fikrini sunan bu kurucular, bu uğurda anti-Semitizm ile kol kola çalıştıklarını da kısa sürede itiraf edeceklerdir (Herzl, 1960). Zira Yahudilerden kurtulmak isteyen Avrupa ülkeleri için Siyonizm, dört başı mamur bir çıkış yolu sunmaktadır.

 

O yüzyılın başlarında yükselen şovenist, agresif nasyonalizm ve feodal ekonomilerin yerini endüstrileşen ekonomik sistemlerin almasının sonucu olarak Avrupa’daki Yahudiler hem devletlerden hem de halklardan ayrı düşmüşlerdi. Yine de bu yeni hareketler,  Siyonizm’in kurucuları için  ilham kaynağı oldular. Bu bölgesel gelişmeler ve küreselleşen Yahudi sorunu ile birlikte yüzyılın ikinci yarısında Batılı liderlerin çoğu, Siyonist hareketi ve Batı’daki Yahudileri bağımsız devlet kurma yolunda destekler hale gelmişlerdi. Henüz yolunun başındayken, “Anti-Semitistler en güvenilir dostlarımız, anti-Semit ülkeler ise müttefiklerimiz olacaklar” diyen Avusturya-Macaristan kökenli Theodor Herzl için, Avrupalı Yahudileri maruz kaldıkları ayrımcılıktan bir an önce kurtarma isteği temel bir saik gibi görünse de mesele esasında yalnızca bundan ibaret değildi. Herzl’in birçok kez sunduğu haliyle Siyonizm, İslam’a ve topyekun Doğu’nun “barbarlığına” karşı Hristiyanlık ile Yahudiliğin ortak bir siyasi duruşta buluşma noktasıydı. (Kayyali, 1977)

 

Dünya genelindeki Yahudilerin vatanlarına ve miraslarına olan bağlılıklarını güçlendirmek amacıyla 1929’da kurulan İsrail Yahudi Ajansı’nın icra heyeti tarafından İsrail devletinin kuruluş yıllarında düzenlenen hararetli toplantılarda, bu yeni devlet için nasıl bir halk yaratılacağı uzun uzun tartışılıyor, böylece aslında Siyonist hareketin kaderi de belirlenmiş oluyordu. İsrail’in bugünkü yönetiminde hâlâ büyük bir etki alanına sahip olan İsrail Yahudi Ajansı, devletin ilk yıllarında da yeni Yahudi ulusunu şekillendiren en önemli aktördü. 1948’de ajansın göç departmanının başında olan ve ilerleyen yıllarda İsrail’de farklı bakanlık görevlerinde bulunan Yitzhak Rafael bu kritik toplantılarda, kurulacak yeni ülkeye öncelikle Avrupa’daki Yahudilerin getirilmesi gerektiğini, Arap ülkelerindeki Yahudilerin ikinci ve üçüncü sırada gelebileceklerini  savunanlardan biriydi. 

 

Bu önceliğin zikredilen sebebi, Avrupa Yahudilerinin şiddetli anti-Semitizm’e maruz kalıyor olmaları ve hemen getirilmezlerse ayrımcılığa uğradıkları bu ülkelerden bir daha çıkamayacakları ihtimaliydi. (Segev, 1998) Buna karşın, örneğin Arap ülkelerindeki Yahudiler oraların kültürünü çoktan benimsemiş, zımmi statüsünde olsalar dahi devletler tarafından tanınmış, topluluk halinde yaşayabilen azınlıklardı. Gerçekte durum her zaman böyle olmasa da, elbette Fas’taki Yahudi’nin yaşadığı ayrımcılık Kıbrıs’takinin yaşadığına kıyasla her zaman daha az görünür, daha az duyulur oldu.

 

Kurtarılmaya layık olan kim?

 

Buraya kadar Siyonist hareket hâlâ en zor durumdaki gruba öncelik veren bir “kurtarma” hareketi olarak görülebilir. Fakat esasen Siyonizm, ortaya çıkışından beri etnik ayrımı ön koşul olarak alan bir harekettir.

 

Ajans heyetinin tartışmaları incelendiğinde anlaşılıyor ki İsrail’in kapılarını önce kimlere açacağı meselesi, bir tartışma konusu dahi olmadı. Anlaşmazlıklar, daha çok Doğu’dan gelecek Yahudileri kabul edip etmeme üzerineydi. Edward Said’in tanımladığı şekliyle “Doğulu” (Oriental) terimi, tıpkı Avrupalı sömürgecilerin Avrupalı olmayanları tanımlamak için kullandıkları gibi, Avrupalı Yahudiler tarafından da “öteki” Yahudileri tanımlamak için sıklıkla kullanılıyordu.

 

Toplantılarda bu Doğulu gruplardan bahsederken sık sık ne kadar “vahşi” ve “ilkel” oldukları dile getiriliyor, uzun süredir az gelişmiş toplumlarda yaşıyor olmaları yeni Yahudi ulusu için bir tehdit olarak görülüyordu. Gelecek insanların nereye yerleştirilecekleri dahi tüm detayıyla düşünülüyor, örneğin Polonyalı Yahudilerin alıştıkları hayat standartları sebebiyle kamplarda yaşamaya uyum sağlayamayacakları, bu yüzden kamplara Doğulu Yahudileri yerleştirmenin daha yerinde olacağına karar veriliyordu. Eğer yeterli konut bulunamaz ve Polonyalı Yahudiler de kamplara yerleşmek zorunda kalırlarsa, en azından kamplarda onlara diğerlerinden daha iyi şartlar sunulması, hatta bir an önce evlere yerleşebilmeleri için özel bir fon oluşturularak onlara borç verilmesi konuşuluyordu. Nitekim Yitzhak Rafael’e göre bunlar “adları dahi zor anlaşılan Yemenli göçmenler gibi değillerdi. Zira bir Polonyalı Yahudi borç alırsa, geri ödemesi gerektiğini bilirdi.” (Segev, 1998)

 

Yine de bazı açılardan “işlevsel” oldukları kabul edilen Doğulu Yahudiler, İsrail devleti için aslında tercih edilen değil, mecbur kalınanlardı, zira bu yeni devletin ucuz iş gücüne ve en önemlisi de nüfusa ihtiyacı vardı. Buna rağmen kimilerinin Doğulu Yahudi göçmenlerin gelişini protesto ettiği dahi kayıtlara geçti. Sefarad Yahudilerinin aşağı bir genetiğe sahip olduğu fikrini açıkça savunan ve Aşkenazi Yahudilerini ırklarına halel getirecek evliliklerden kaçınmaya çağıran Aşkenazi milliyetçisi yazar Kalman Katzenelson, bunlara bir örnekti. (Shohat,1988)

 

Yemen Yahudilerini ele alacak olursak, tarıma dayalı yerleşim yerleri olan “kibbutz”larda işçi olarak çoğunlukla onların çalıştırıldıkları ve diğer Yahudilerden çok daha az maaşı kabul etmelerinden dolayı bu iş için çoğunlukla tercih edildikleri bir gerçekti. Onlar için, “Yahudi maaşı değil Arap maaşına çalışıyorlar” dahi deniyordu. (Segev, 1998) İsrail’in kurucu başkanı olan Ben Gurion, Sefarad Yahudisi göçmenlerden yalnızca temel eğitimden yoksun değil, aynı zamanda Yahudiliği de bilmeyen insanlar olarak bahsettiği söylemlere açıkça başvuruyor; bu kimseden çekinmeyen ayrımcı tavrın, aşağı gördüğü grubu insandışılaştırırken aynı zamanda onların dini kimliklerini de sorguladığını ve “yeterince iyi Yahudiler” olmadığına karar verdiğini gösteriyordu. Gurion da meclisteki konuşmalarında Faslı Yahudilere vahşilik yakıştırması yapanlardan biriydi. Hatta daha da ileri giderek onları ABD’nin siyahi vatandaşları ile kıyaslaması ve her iki gruptan da “köleler” olarak bahsetmesi, Siyonizm hareketinin dünyanın diğer sömürgeci güçleriyle ne çok ortak yönü olduğunu hatırlatıyor.

 

Yahudiler ve diğer Yahudiler

 

Her ulus devletin doğuşunda olduğu gibi İsrail’in doğuşunda da bir ideal vatandaş reçetesi hazırlanıyordu elbette. Kabul etmeye mecbur kaldığı göçmen grupları konusunda ne yapacağını bilemeyen ve telaşa kapılan Siyonizm kurucularının en büyük endişelerinden biri, kurmayı istedikleri ideal topluma gelecek zarardı. “Avrupa Yahudiliği, dünyanın her yerindeki Yahudi halkı şekillendirmiştir,” diyen Ben Gurion, Siyonizm’in Batılı Yahudilerin hareketi olduğunu da söylüyor, “özellikle Avrupa ve Amerika’dakilerin” diye ekleyerek de bu tanımın altını çiziyordu. Yeni kurulan dışişleri bakanlığı, İsrailli diplomatları şöyle yönlendiriyordu: “Ülkenin kültürünü korumak için Batı’dan gelen bir göç dalgasına ihtiyaç var, geri kalmış Levant ülkelerinden değil.” (Segev, 1998) İsrailli aktivist Ruth Klieger, 1949’da göçmen kamplarını ziyaretinden sonra Kuzey Afrikalı Yahudiler için şöyle yazdı: “Ayrımcılığa uğramışlık ve aşağılık hislerini beraberlerinde getirmişler. Fakat ayrımcılık, onlar daha buraya gelmeden başlamış.” 

 

Doğu’dan gelen Yahudi göçmenler arasında çeşitli meslek gruplarından eğitimli insanlar da vardı elbette. Fakat bu, onların aşağı görülmelerine engel olmadı. Yine Ben Gurion, bir hükümet raporunda, örneğin Polonya’da kendi halinde bir Yahudi esnafın “kadim ruh” ile donatılmış olduğunu fakat Sorbonne’da eğitim almış Cezayirli bir Yahudi doktorun bu ruhtan yoksun kaldığını yazıyordu. Bu ayrımcı dili bir resmi söylem olarak benimsemiş olan İsrail devleti, öteki olarak gördüğü bir kısım vatandaşına hiçbir koşulda eşit davranmayacak, onları tanımaya çalışmadığı gibi onları eğitmeye, istediği şekle sokmaya dahi uğraşmayacak; kısacası onları uygun gördüğü ötekiliğe terk edecekti. (Mendel, 2013) Devletin kuruluş yıllarında Haaretz’de yayınlanan makalelerde de sıkça Doğulu Yahudilerin ülkeyi asimile edecekleri korkusu dile getiriliyor, aslında istenen asimilasyonun tam tersi olduğu, onların ilkel adetlerinden kurtulmaları için “yardıma ihtiyaçları olduğu” dile getiriliyordu.

 

Bu “kurtarma” anlatısı, Siyonizm’in kolonyal temellerinin en belirgin tezahürlerinden biri olabilir. Iraklı Yahudi düşünür Ella Shohat’a göre Siyonizm üstanlatısına her zaman hakim olan hikaye şöyledir: Avrupa Siyonizmi Sefarad Yahudilerini, kendilerini esir alan Arapların sert yönetiminden kurtarmış, onları yoksulluğun ve batıl inancın “ilkel koşullarından” çekip alarak hoşgörü, demokrasi ve “insani değerler” ile dolu bir Batı toplumuyla buluşturmuştur (Shohat, 1988). Oysa onlara, yani “diğer Yahudilere” her zaman kucak açtığını söyleyen bu üstanlatı ile tüm Yahudilere bir anavatan sunma iddiasında olan Siyonizm, sözde daha liberal, seküler ve eğitimli toplumlarda yaşayan Avrupalı Yahudilerin tam karşısına konumlandırdığı; demokrasi deneyimleri olmayan, eğitimleri zayıf, Doğu toplumlarından gelen Yahudilere yalnızca devlet içerisinde değil, tarihsel anlatıda da her zaman eksik bir payı layık görmüştü.

 

Bu açıdan Siyonist İsrail devleti, Frantz Fanon’un resmettiği haliyle Fransız sömürge devletiyle de benzer bir yapıya sahiptir: Aşağı olanları, ancak kültürel farklılıklardan arındırılmış bireyler olarak devletin vatandaşı kabul eden, aynı zamanda onları Fransız sivil toplumunun norm ve uygulamalarına uymayan kültürlere sahip özneler olarak tanımayı reddeden bir yapıdır bu. “Kamusal alanda temsil ve katılım hakları olmadan özne, kelimenin tam anlamıyla vatandaş olabilir mi?” diye sorar Fanon, tam da bu yüzden. (Fanon, 1963) 

 

Sonuç: ‘Kendi kendini yok etme egzersizi’

 

Ella Shohat, 1992’de bir dergide yayımlanan “Bir Arap Yahudinin Düşünceleri” başlıklı yazısında, ABD’de sömürgeci anlatının problemleri tartışılırken nasıl belli coğrafyaların insanlarının söylem dışı bırakıldığından bahseder ve Sömürge anlatısını eleştirirken dahi Avrupa merkezli kalan bu seslerin özellikle Arap Yahudilerin seslerini neden inkar ettiğini sorgular. New York’da yaşayan Shohat, İsrail devletinin, halkının kültürel sınırlarını despot bir denetim altına alması sonucunda kendisi gibi birçok Yahudinin dünyanın farklı yerlerindeki metropollere kaçtığını söyler. Öte yandan, “Amerika’da ise yalnızca tek boyutlu bir Yahudi anlatısına izin veren bir hegemonya ile karşı karşıyayız, bu da Avrupalı Yahudi’nin anlatısı,” diye ekler. 

 

Böylece İsrail devleti, tıpkı Filistinlilerin kültürüne dair her şeyi yerle bir etmeye çabaladığı gibi, Yahudi halkının da devletin kuruluşundan önceki yaşamına dair her türlü kültürel birikimini reddeden bir yapı olarak varlığını sürdürmektedir. Shohat, İsrail’in, Amerika’nın ve tüm dünyanın entelektüellerine yazdığı bir mektup niteliğindeki o yazısında, Avrupalı olmayan Yahudilerin nasıl iki dünya arasında kaldıklarını da birinci ağızdan anlatır. Ve yine Filistinlilerin mülklerine el koyan, onları kurumsal ayrımcılığa maruz bırakan bu devletin, aynı tarihsel süreçte, aynı şiddette olmasa da benzer bir kaderin –kimi zaman Filistinli sanılarak, kimi zaman kendileri oldukları için– Kuzey Afrika ve Orta Doğulu Yahudilere de devlet eliyle yaşatıldığına tanıklık eder. (Shohat, 1992) Devletin temellerinde saklı olan bu ikilik, zaman ilerledikçe hafiflemiş de değildir. İkinci nesil diaspora Yahudisi olan Shohat, bunu şöyle anlatır:

 

“Savaş ikili ilişkilerin dostudur ve karmaşık kimliklere pek yer bırakmaz. Körfez Savaşı, İsrail-Arap çatışmasının ardından Arap Yahudi diasporasının zaten aşina olduğu bir baskıyı yoğunlaştırdı: Yahudi olmakla Arap olmak arasında seçim yapma baskısı. Babil Sürgünü’nden bu yana Mezopotamya’da yaşayan, bin yıldır Araplaşan ve 40 yıl önce bir anda kendilerini İsrail’de bulan ailelerimizin birdenbire Rusya, Polonya ve Almanya’daki deneyimlere dayanan homojen bir Avrupalı Yahudi kimliğini üstlenmeye zorlanması, bir kendi kendini yok etme egzersiziydi. Avrupalı ya da Amerikalı Yahudi olmak pek bir çelişki olarak algılanmadı, fakat Arap Yahudisi olmak bir tür mantıksal paradoks, hatta ontolojik bir yıkım olarak görüldü. Bu ikilik, birçok Doğu Yahudisini derin ve içten bir şizofreniye sürükledi; zira tarihimizde ilk kez Araplık ve Yahudilik birbirine zıt anlamlı olarak empoze ediliyordu.”

 

Tıpkı Edward Said’in dediği gibi, kültürleri ve kimlikleri birbirine geçiren emperyalizm, aynı zamanda insanları kendilerinin sadece ve sadece Beyaz, Siyah, Batılı veya Doğulu olduklarına inandırdı. (Said, 1978) Bugün dünyanın tüm Yahudileri adına söz sahibi olma iddiasında bulunan Siyonist hareket esasen kendisi için inşa ettiği tek kimlikli, tek tarihli ve tek kültürlü bir Yahudi ulusundan başkasını kabul etmedi ve bundan sonra da etmeyecek. 

 

Kaynakça:

 

Fanon, Frantz. 1925-1961. The Wretched of the Earth. New York :Grove Press, 1968.

 

Herzl, Theodor. The Jewish State (Der Judenstaat), Leipzig and Vienna: M. Breitenstein’s Verlags-Buchhandlung, 1896.

 

Jewish Voice for Peace. Jews from the Middle East Fact Sheet,  July 2015. https://www.jewishvoiceforpeace.org/wp-content/uploads/2015/07/JVP-Jews-of-the-middle-east-fact-sheet.pdf

 

Kayyali, Abdul-Wahab. “Zionism and Imperialism: The Historical Origins.” Journal of Palestine Studies 6, no. 3 (1977): 98–112. https://doi.org/10.2307/2535582.

 

Mendel, Yonatan. 2013. Re-Arabizing the De-Arabized: The Mistaʿaravim Unit of the Palmach, in Debating Orientalism. London: Palgrave Macmillan. Pp. 94-116.

Öke, Mim Kemal. Siyonizm ve Filistin Sorunu (1880-1923). İstanbul: Kırmızı Kedi, 2011.

Said, Edward W. Orientalism. Penguin Modern Classics. London, England: Penguin Classics, 2003. 

Segev, Tom. 1949: The First Israelis. New York: Owl Books by Henry Holt and Company, 1998.

Shohat, Ella. “Sephardim in Israel: Zionism from the Standpoint of Its Jewish Victims.” Social Text, no. 19/20 (1988): 1–35. https://doi.org/10.2307/466176

Shohat, Ella. “‘Reflections of an Arab-Jew’ (Published Simultaneously in Movement Research), Emergences 3/4 (U.C.L.A., Fall 1992), p. 39-43.” Emergences, 1992.

 

0 Paylaşım