Dijital ‘Benlik’ ve Narsisizm

0 Paylaşım
0
0
0

“So God created man in His own image.”

– Genesis, 1/27

“I also created Myself in My own image; so what is the big deal!?”

– Anonymous Social Media User

 

Giriş

İnsan psikolojisi açısından ciddi bir gerilemenin (regresyonun); dış dünyadaki otoritelerden gelen sınırlamaların sebep olduğu nevrotik bireyden hiçbir dış otorite tanımayan, kendine referanslı narsisist bireye geçişin yaşandığı bir çağdayız. Bu çağdaş ‘gerileme’ fenomenini hiçbir şey bireyin kendi eliyle kendi karikatürünü yarattığı, gittikçe yaygınlaşan sosyal medya ağları kadar güzel imleyemezdi. Günümüz narsisist bireyi için dijital platformlarda sahip olduğu sanal kimlik reel olanın yerini almaya ve hatta onun önüne geçmeye başlamış, sanal dünyada sahip olunan etkilere göre tanzim edilmiş yeni bir benlik algısı ortaya çıkmıştır. Dijital birey, önündeki ekranda kendi yansımasını hayranlıkla seyreden bir ‘Narkissos’ hâline gelerek dijital âlemde mutlu, güzel/yakışıklı, hayatın tadını çıkarmasını bilen “cool” bir tip görüntüsüne sahip olma çabasındadır. Bu yazı insanın kendini kavrayışına yeni bir boyut getiren ya da kendi kavrayışından önemli boyutlar götüren bu narsisistik benlik algısını sosyal medya sahasındaki yansımaları ile incelemeyi amaçlamaktadır. İlk bölümde sözün karşısında imajların değerini arttıran tarihi bağlam ele alınacak sonraki bölümlerde de bu sürecin sonundaki bireylerin yaşadığı psikolojik gerileme ve bunun sosyal medya ile olan ilişkisi irdelenmeye çalışılacaktır.

 

 Tarihi Bağlam: Söz’ün Düşüşünden İmaj-insanın Doğuşuna

Modern çağ bir anlamda ‘söz’ün değerini yitirmesi ve ‘imaj’ın onun yerini alması olarak görülebilir.1 ‘Söz’ tarih boyunca insan olmanın bir alamet-i farikası ve insanların temel iletişim zemini olmuştur. Teolojik olarak bakıldığında Tanrı’nın insanlara hitabı söz/kelam üzerinden gerçekleşmiştir. Söz ile düşünce ve hakikat arasında da doğrudan bir ilişki vardır. Nitekim Grekçede ‘Logos’ kelimesi Arapçada ‘Mantık’ kelimesiyle karşılanmış; dil hem konuşma anlamında hem de düşünme ve onun kuralları anlamına gelecek şekilde kullanılmıştır. Klasik düşüncede insanı tanımlayan “hayvan-ı nâtık” ifadesi de insanın söz ve düşünce ile ilişkisi ekseninde diğer canlılardan ayrıldığına atıf yapar. Yuhanna İncili’nin başlangıç ayeti şu şekildedir: “Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı2.” Aynı şekilde Kur’an-ı Kerim ayetleri de Müslümanlar için İlahi Söz/Kelam’dır. Bu İlahi Sözlerin zahiri ya da batıni anlamlarını anlamak bir yana sadece okuyup dinlenmesi dahi müminler için bir ibadet ve şifa kaynağı olarak kabul edilmiştir. Sosyolojik olarak bakıldığında da söz ve insan eylemleri arasındaki ilişkinin kuvvetli olduğu görülür. Bugün ise insanlar imajı olmayan sözün doğruluğu ve kıymeti konusunda oldukça şüphecidir. Modern öncesine bakıldığında evlilik, alım satım vs. bütün hukuki sözleşmelerin söz ile kurulduğu ve “sözün senet” kabul edildiği görülmektedir. Günümüzde ise söz araçsal bir konuma düşerek gerektiğinde imajların açıklaması olarak kullanılmaktadır. Öyle ki artık enformasyon kaynağımız imajlar haline gelmiştir. Herhangi bir bilginin öğrenilmesi ve aktarılması sürecinde görselleştirmeye, fotoğraf ve video çekimine duyulan ihtiyaç vazgeçilmez boyutlara ulaşmıştır. Aynı zamanda hayatımızın her alanı reklam amaçlı imajlar ile istila edilerek kimlik duygularımıza dair görselleştirilmiş atıflarla tüketim nesnelerimiz belirlenmektedir.

İnsan aklının binbir türlü görsel uyarıcı ile uyuşturulduğu dünyamızın habercilerinden biri olan Baudrillard, insanoğlunun gerçekliği simüle ettiği bir çağda yaşamaya başladığını söyler. İnsanoğlunun gerçeklik ile olan bağını kopardığı için neyin sanal, neyin gerçek olduğunun belirlenemediğinden ve hiper-gerçekliğin yaşandığını bir döneme girildiğinden bahseder.3 Bu dönemde, bir “Simulakrum”dan yani aslı olmayan bir kopyanın kopyası olan imajlarla çevrelenmiş bir dünyadan bahsetmekteyiz. Esasında kopya, arkasında duran bir orijinali, asılı varsayar. İslam siyaset düşüncesinin yöneticiye lâyık gördüğü, Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi anlamına gelen “Zillullâhi fi’l-âlem” kavramsallaştırması, aslı olan kopyaya örnek olarak verilebilir. Ayrıca hem yöneticinin hem de genel manada insanoğlunun yeryüzünde bir “halife” oluş hali4 de yine bir aslın ardılı olduğuna işaret etmektedir.  Her iki ifadedeki vurgu gerçekliğin gölgesi/ardılı/kopyası olmak noktasındadır.  Yani geleneksel dünyada insan benliği gerçeğin bir kopyası olarak kabul edilmiştir. Ancak simulakrum çağında kopyaların asıllar ile ilişkisi kalmamış, orijinali olmayan kopyalar evreni doğmuştur. Bu haliyle imajlar ve tabii ki bahsedilen “imajinatif” benlikler artık gerçekliği sadece gizleyen/örten değil,5 arkalarında hiçbir gerçeklik olmadığını gizleyen bir güce erişmiştir. Dahası kopya ve asıl arasındaki ontolojik ilişki kopmuş, imajlar kendi gerçekliğini inşa eden, bir gerçeklik oluşturma gücüne ve yetkisine sahip egemenler haline dönüşmüştür. Artık insanlar gerçeklik ile olan ilişkilerine dair sürekli bir sorgulama (murakabe) ve hatırlama (zikr) hali yerine mutlak egemeni oldukları “hayatlarını yaşamaya” başlamıştır.  Bu hayatların rehberi de önce çeşitli geleneksel medya araçlarından sonra da sosyal medya üzerinden sunulan imajlar olmuştur. Bedenler ve hayatlar bu imajlarda sunulan mutlu, özgüvenli, estetik ve “cool” görüntülere uyarlanmaya ve bahsedilen egemenlik sahibi bireysel benliklerin çeşitli “hayat tarzları” oluşmaya başlamıştır. Sosyal medyanın ileri aşamaları ile birlikte aslı ile bütün ilişkisi tükenen kopyaların çeşitli davranışları; tüketim alışkanlıkları, ziyaretleri, gezileri, eğlenceleri artık daha da “imajinatifleşerek” kendi amaçlarını bir kenara itip  “instagrammable” olacak şekilde planlanmaya başlamıştır. Bu âlemde hem tabiat hem de hemcinsleri bireyin hayatının simbiyotik bir parçası olmaktan ziyade bir turistin manzara fotoğrafındaki arka fon ya da başrol oyuncusunun filmindeki dekor ve figüranlar konumundadır. Bu imajlar evreninin faili/yaratıcısı da artık bir kopyanın aslı olan halife-insan değil, asılla bağı kopmuş bir kopyanın kopyası olan imaj-insandır6.  Bir asıla ve o aslın vaz’ ettiği varoluşsal, etik, sosyal ve siyasal bir çerçeveye tabi olmayan imaj-insan, doğal olarak sınırlamalara takılmamış ve nevrotik bir benlik örgütlenmesi geliştirmemiştir. Bunun yerine o, kendine dayanan/güvenen, kendini seven, sadece “kendi olduğu için değerli” olup her şeye hakkı olan, “kişisel tercihlerinin” sorgulanması mümkün olmayan narsisist bir benlik kurgusu ile karşımızdadır.

 

İlerleme Çağında Kökten Bir Gerileme: Nevrotik Kişilikten Narsisist Kişiliğe

Çağımızın Nevrotik Kişiliği kitabının yazarı Karen Horney, temelleri kaygıya dayanan nevrozun sadece içsel koşullar sebebiyle değil toplumsal durumlardan da etkilenerek ortaya çıkabileceğini göstermiştir. Horney’in ifade ettiği şey; babalarımızın, dedelerimizin yanında sigara içmemesi, ayak ayaküstüne atmaması, çocuklarını sevmemesi gibi durumlarda kendini gösteren olgudur. Daha “bilimsel” bir ifadeyle nevroz, bir “Baba”nın yani Otorite’nin toplumsal hayatta var olduğu dönemde, bireyin kendini bu Otorite’nin (dinin, kültürün, toplumsal değerlerin, âdâb-ı muâşeretin, mahalle baskısının vs.) dayatmalarına göre sınırlaması neticesinde içine girdiği psikolojik haldir. Bu sınırlanma halinden duyulan rahatsızlıklar ve bu rahatsızlıklara karşı inşa edilen savunmalar neticesinde nevrotik insan ve dahası nevrotik toplum oluşmaktadır. Bu noktada birey itaat ederek toplumla “uyumlu” hayatı nevrotik karaktere bürünme pahasına kabul etmek durumundadır.

Aslında bu nevrotik hal, psikolojik gelişim basamakları açısından ileri bir düzey addedilmektedir. Bu ileri aşama, bebeğin öncelikle sadece kendi varlığı, benliği, hazzı ile meşgul olması aşamasından Baba’nın varlığının farkındalığı ile bir sonraki gelişim evresine geçmesi ve kendi ile dış dünya arasında –gerilimli de olsa- bir denge kurması halidir. Kişinin psikolojik gelişimine değindiğimiz bu satırlar toplumun psikolojik gelişimine de aynıyla karşılık gelmektedir. Toplumlar da uzun süre otoritelerin sınırlamaları neticesinde nevrotik karakterler arz etmiş ve mensupları olan bireyler de bu toplumsal karaktere uygun davranışlar sergilemiştir. Ancak günümüzde Horney’in “nevrotik kişilikleri” hürmetle elleri öpülecek büyükler haline gelmiştir, tabii “Ben Nesli” lütfedip böyle bir hürmet gösterme tenezzülünde bulunursa.

Psikolog Jean M. Twenge’nin kitabıyla ünlenen “ben nesli” ifadesi yeni bir çağın yeni insanını tanımlamaktadır. Herhangi bir dinin, kültürün, toplumsal değerin ya da baskının tanımlamasına, sınırlamasına, onu “kategorize etme”sine tahammülü olmayan bu nesil açıkça narsisistik bir psikolojik örgütlenme hali göstermektedir.  İlk olarak Freud tarafından tanımlanan narsisizmin ne olduğuna bakmak için kavrama ismini veren mitolojik kahraman Narkissos’un hikâyesini hatırlamakta fayda vardır.

Peri kızı Ekho’nun aşkına karşılık vermeyerek ölümüne sebep olan ve Tanrıları kızdıran avcı Narkissos, bir gün susamış ve bitkin bir şekilde bir nehir kenarına gelir. Buradan su içmek için eğildiğinde, sudan yansıyan kendi yüzü ve vücudunun güzelliğini görür. O da daha önce fark edemediği bu güzellik karşısında adeta büyülenir. Yerinden kalkamaz, kendine âşık olmuştur. O ana dek kimseyi sevmediği kadar, sevmiştir kendi görüntüsünü. O şekilde orada ne su içebilir, ne de yemek yiyebilir, aynı Ekho gibi Narkissos da günden güne erimeye başlar ve orada sadece kendini seyrederek ömrünü tüketir7).

Sudaki yansımasına hayran olan kahramanın isminden yola çıkan Freud, insanın kendi benliğine olan hayranlığı durumunu narsisizm olarak tanımlamıştır. Her insanda belirli bir ölçüde var olduğu kabul edilen bu “benlik sevgisi”nin ölçüsü kaçtığında bir bozukluğa (psikolojik hastalığa) dönüştüğü kabul edilmektedir. Nevrotik birey başkalarını gözettiği, nevrotik toplum da birbirini kollayıp gözettiği ve denetlediği için topluluk açısından daha yaşanabilir bir hayat sunarken, narsisist bireylerin oluşturduğu topluluk kendinden başka bir merkez/otorite/değer kabul etmediği için daha bozuk ve birlikte yaşaması zor bir toplumsal zemin sunmaktadır.

Kişiliğimizin istesek de istemesek de var olan narsisistik yönü, içine düştüğümüz benlik ile yaşamı idame ettirmek için asgari olarak gerekli miktardan Tanrı hezeyanına kadar uzanan bir skalada yer almaktadır. Narsisizmimizi artıran unsurlar arasında “özgüven”li bir nesil yetiştirme politikalarının yanında sıklıkla televizyonda, sinemada ya da diğer geleneksel medyada gösterilen ışıltılı hayatlara olan özentiden bahsedilmiştir.

Peki, narsisizmin dahası ne olabilir? 2000’li yıllardan itibaren gündemimize giren “sosyal medya” araçlarının narsisizmimize etkisini Time dergisinin 2013 Mayıs sayısının kapağı özetlemektedir: 8“Ben Ben Ben Nesli”. Narsisizmde dolayısıyla psikolojik olgunluk düzeyinde yaşanan bu ağır “gerileme”nin yaşandığı bu “ilerleme” çağında dijital araçların eşlik ettiği bu hale daha ayrıntılı göz atmak herhalde faydalı olacaktır.

 

Sosya Medya, Dijital Benlikler ve Narsisizm

Çeşit çeşit dijital cihazların etrafımızı sardığı bir çağda, hepimizin bir şekilde sahip olduğu sosyal medya araçları buralarda kendi benliğimizin ötesinde dijital benliklerin kurgulanmasını gerekli kılmıştır. Bu kurgusal benlikler narsisistik döneme geçişin hem nedeni hem de sonucu olarak sürecin kısır bir döngü içerisinde yoğunlaşarak devam etmesine sebep olmaktadır. Hâlihazırda “narsisist” olan benliklerin kendi “imajları”nı esas alarak oluşturdukları sanal benlikleri yoluyla katmerlenmiş hale gelen narsisizmleri, benlik sevgisi skalasında kabul edilebilir, birlikte yaşanılabilir seviyelerden -epigrafdaki kurgusal diyalogda karikatürize edilerek gösterildiği gibi- Tanrı hezeyanı seviyesine doğru seyretmektedir9.

Narsisistik çağın eseri olan “Dijital benlik nesli” kendisinin ilgisinin, bilgisinin, otoritesinin ne olduğu gibi hususları göz ardı ederek, önce bir miktar kafa yorma ihtiyacı duymaksızın her konuya “bana göre, bence” diyerek başlayıp bir açıklama getirmekten imtina etmemektedir. Yediği, içtiği, gezdiği yerler gibi herkesi ilgilendiren (!) konuların yanında gündemdeki çevre kirliliği, bilimsel gelişmeler, taciz/tecavüz, yolsuzluk vb. bir meselenin kendisi ile olan ilgisine bakmadan mevzu bahis konuya yönelik -muhakkak var olan- hassasiyetini/yorumunu/görüşünü paylaşmadan edememektedir.

Ergenliğin erken başladığı ancak hiç bitmediği bu ileri dijital narsisizm toplumunda meseleler, hesaplaşmalar dijital dünyaya taşınmaktadır. Sosyal “âlemde” (acaba İslam geleneğinde bahsedilen 18 bin âlem bu âlemi de içeriyor muydu diye sormadan geçemeyeceğiz) herkesin birbirine yaptığı “atarlar” “giderler” bu bitmeyen ergenliğin göstergesi sayılabilir. Bu ergenlik dalgasının toplumu nasıl sardığını göstermek için bir örnek yeterli olacaktır. Ülkemizin yanlışlıkla ürettiği nadide “filozoflarından” birinin “19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı” tweetinin lise tarih kitaplarında görmeye alıştığımız “hanedanın güttüğü reaya… ileri görüşlü önder” gibi ergence bir üslupla yazılmış olması, kendisine tepki gösteren yani “atarlanan İslamcı gençler”e büyük bir alçakgönüllülükle “sadece bilgisiz ve densiz” olduklarını hatırlatma lütfunda bulunması, bu derece “büyük tefekkür insanları”nın bile bu dijital narsisizm girdabında sürüklendiğini göstermektedir.10

Narsisist kişiliklerin bir diğer önemli özelliği olan kendini dışardan onay alarak sürdürme, abartılı derecede başkalarının gözündeki kendiyle ilgili olma hali dijital benliğin en hayati varlık sahasıdır. Neredeyse tamamen başkalarının görmesi için inşa edilen bu benlik, var olduğu “âlemde” gördüğü teveccühe göre değer kazanmaktadır.  Böylece takipçi sayısına, aldığı “like” çokluğuna ve yorumlara göre değeri artmakta veya azalmakta olan bu kurgu, sahip olduğu narsisistik kırılganlık ile kendisine dair köklü bir sorgulamaya, eleştiriye de tabii ki kapalıdır. Çünkü o ne yapıyorsa “kendisi için yapmaktadır”, bu bizi “hiç ilgilendirmemektedir” ve onun “kişisel tercihleri”ni sorgulama yetkisine sahip bir varlık/otorite bulunmamaktadır.

 

Sonuç

Bu makalede insanın hakikatle olan ilişkisi, sosyal medya araçlarının oluşturduğu sanal âlemde inşa edilen “dijital benlik”ler üzerinden sorgulanmaya çalışılmıştır. Bu benliklerin bir arada toplum olarak yaşamayı zorlaştıracak derecede ileri düzeyde narsisist bir karakter arz ettiği ortaya konulmuştur.

Tarihi süreçte “Söz”ün düşüşü ile imajın güç kazanması, insanın muhatabı olduğu Söz/Hakikat’le olan bağının zayıflamasıyla ve nihayetinde çağımızda beliren imaj-insanın aslı olmayan bir kopya olarak dijital âlemde kendini göstermesiyle sonuçlanmıştır. Sanal olanın her alanı kuşattığı bu çağda insanın benlik algısı ciddi bir değişime uğramıştır. Kutsanan bir teknolojik ilerleme söyleminin etrafı sardığı dünyamızda konu bireylerin hakikatle ilişkisi ya da psikolojik olgunluğu olduğunda devasa bir “gerileme”nin yaşandığı gözlenmektedir. Psikolojik manada gelişmemiş, geri bir benlik olan bu “dijital benlik” açıkça Tanrı hezeyanına doğru seyreden narsisist bir kurgudur. Çünkü bu “varlık” bireyin kendi eliyle oluşturduğu imajlar toplamından oluşmuş ve bu toplamın başkalarının gözündeki değerine ve ilgisine göre kıymet kazanmıştır. Ayrıca sahici benlikle/gerçeklikle irtibatını koparması yetmemiş, sonrasında sahici olanın yerini almış ve arkasının bomboş hale geldiğini gizleme ve unutturma mahareti de göstermiştir. Bu benliğin zemini, insanoğlunun büyük günahlarından birisi olan “gerçeği gizleme” üzerine kurulmaktadır.

Dipnot[+]

0 Paylaşım