Credit: Fabrizio Maffei

Afetle Mücadelede Ordu ve Askerin Rolü

0 Paylaşım
0
0
0

İnsan güvenliği (human security) kavramı soğuk savaş sonrasından itibaren yükselen bir popülarite ile güvenlik çalışmaları literatüründe kendisine yer bulmaktadır. 1990’lı yıllarda devlet merkezli bir güvenlik anlayışından insan-birey merkezli bir güvenlik anlayışını esas alan bu kavramın içinin ne ölçüde dolu olduğu ise tabii bir tartışma konusudur. Soğuk savaş sonrası tek kutuplu bir dünyada artık devletlerden ziyade insani sorunların önemseneceği bir ön kabule dayanmaktadır. Bu tarafıyla insan güvenliği kavramının ölü doğduğu söylenebilir fakat 1994 yılından itibaren başta Birleşmiş Milletler olmak üzere birçok uluslararası kurul ve kuruluş kavramın altını doldurmak ve geliştirmek için bir çok adım atmaya çalışmıştır.1 

İnsan güvenliği olgusu bireyleri çatışmalardan uzak tutmak ve can güvenliklerini sağlamaktan başlayıp açlık ve yoksulluktan korumaya, salgın hastalıkları önlemeye varan fazlasıyla kapsayıcı bir içerikle doldurulmaktadır. BM’nin ve uluslararası birçok kuruluşun son 20 yıldır yayınladığı raporlara göre artık bu kavramın silahlı kuvvetlerin sorumluluğunda bir güvenlik perspektifinden ziyade birçok aktörün dahil olduğu kalkınma planına karşılık geldiği görülüyor. Fakat, bu tür çalışmaların gündeme getirdiği ve silahlı kuvvetlere alışılmışın ötesinde sorumluluklar yükleyen bazı insani durumlardan da bahsedebiliriz. Doğal afetler karşısında silahlı kuvvetlere üstlenebileceği roller biçmek insan güvenliği bağlamında düşünülmesi gereken kritik bir başlıktır.2

Geçmişte birçok örnekte görülebildiği gibi silahlı kuvvetler afetlerde aktif görev alarak tehlikelerin savuşturulmasında önemli katkılarda bulunmuştur.3 Dünya ölçeğinde bakacak olursak, kovid-19 pandemisi sırasında ordunun üstlendiği geniş sorumluluklar çok sayıda ülkede gözlemlenebilir. Başta panik halindeki halkın güvenlik ve asayişini sağlamak üzere, karantina sırasında gerekli hizmetlerin aksamaması, ilaç ve yardım malzemesi tedarik edilmesi, lojistik desteklerin sağlanması ve çoğaltılabilecek benzer alt başlıklarda askerler sahada aktif görev alarak salgının önlenmesine katkı sunmuştur.4

Ülkemizde ise en son yaz aylarında çıkan yangınlarda deniz kuvvetlerinin söndürme çalışmaları, sel felaketlerinde jandarma personelinin kurtarma çalışmaları ve nihayetinde Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremindeki arama kurtarma, güvenlik, sahra hastanesi, hava trafiği, lojistik, teknik destek, diplomasi ve gıda tedariği gibi ordunun birçok farklı biriminin aktif görev aldığı çalışmalar akla gelmektedir. Öyle ki 6 Şubat depremi ile birlikte gündemi meşgul eden en önemli tartışmalardan birisi de daha fazla askeri birliğin deprem bölgesinde görev alıp alamayacağı konusuydu.

Silahlı kuvvetlerin salgın ve doğal afetlere karşı sahada bulunması dünyanın birçok ülkesinde gözlemlenebilen bir durum olmakla birlikte endişe içerikli yorumları da beraberinde getirmiştir. Afetlerle mücadelenin güvenlik politikasına dönüştürüldüğü, sivil kurumların atıl hale getirildiği ve ülkelerin devlet kapasitelerinin yetersiz kaldığı yönündeki eleştiriler ilgili literatürde kendine yer bulmuştur.5 İnsani yardımın gerekli olduğu bu tür afetlerde ordunun sivil görevlilere destek olması ve tehlikenin önlenmesine katkı sunması gayet gerekli karşılanabilir. Fakat bunun ne ölçüde olacağı ve nasıl olacağının üzerinde biraz daha durulması gerekiyor.

Photo by Filip Andrejevic on Unsplash

Emir komuta zinciri sayesinde silahlı kuvvetler çok disiplinli ve sistematik bir iş gücü ile afet bölgelerinde yer alabilirler. Almış oldukları eğitim ve sahip oldukları kolektif düzen kriz zamanlarında panikten uzak bir hareket planı çerçevesinde müdahale etmelerine imkan verir. Teknik yetkinlik ve askerlik tecrübesinin getirdiği özveri ile askeri birimler sahada en iyi katkıyı sunmaya çalışır. Silahlı kuvvetlerin güvenlik görevlerinin dışında afet ve salgın gibi sorunlarda aktif görev alması mensubu bulundukları ülke vatandaşlarının kendileriyle olan organik bağını geliştirecektir. Ayrıca orduyu sadece savaş ve çatışma ile anımsayan vatandaşların bakış açılarında farklılaşmaya vesile olabilir. Askeri birimler, sadece kışlasında veya çatışma-operasyon bölgelerinde görünür olduklarında özellikle şehirlerde yaşayan vatandaşlar için özdeşlik kurmakta zorlandıkları bir kurumsal hüviyet teşkil eder. Fakat, yeri geldiğinde direkt hayatın içinde ve en ihtiyaç olunan anlarda silahlı kuvvetlerin halka yardımcı olması, sivil-asker ilişkilerini sadece yukarı makamlara hapsetmeyip vatandaş-asker düzeyinde de geliştirecektir. Aynı ülkenin vatandaşı ve askeri personeli olarak daha güçlü bir organik bağ ortaya çıkaracaktır.  

Bunun yanında silahlı kuvvetlerin asıl görevinin güvenliği sağlamak olduğu ve kapasitelerinin diğer görevlere aktarıldığında güvenlik boşluğu doğabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Halihazırda 21. yüzyıl şartları çerçevesinde ordular toplam personel sayısını azaltırken mevcut personel içerisindeki niteliği artırma gayreti içerisindedir. Silahlı kuvvetler elindeki insan gücünü de ülkenin güvenlik ve asayiş ihtiyaçlarına göre en verimli hali ile dağıtmaya ve kullanmaya çalışır. Bu gerçekler ışığında güvenlik sağlama dışındaki rollerde fazlaca yer alması askeri birimlerin asli görevlerinde zafiyetlere yol açabilmektedir.

Bir başka önemli konu da sivil-asker ilişkilerindeki dengenin sağlanması olacaktır. Afetlere karşı hazırlanmak ve afet anında gerekli tedbirleri almak sivil idareci ve bürokratların sorumluluğundadır. Ülkenin yönetimi, dış güvenlik meseleleri ve iç asayiş konularında olduğu gibi afet durumlarında da koordinasyonun idari birimlerde olması gerekir.6 Bu koordinasyon çerçevesinde silahlı kuvvetler kendilerinden beklenen desteği fazlasıyla yapmak için hazırlıklı olacaktır. Fakat, askerin sahada çok etkin ve uzun süre yer alması bürokratik idari kurumların sorumluluklarından rol devşirebilir. Olağanüstü koşullar ortadan kalktıktan sonra kışlaya dönmeyen silahlı kuvvetler hem asıl görevlerinden uzak kalır hem de sivil görevlilerin yapması gereken işleri üstlendikleri için onları daha konforlu bir iş temposuna itebilir.  

6 Şubat depremi gibi büyük felaketler söz konusu olduğunda bu tür tartışmalar elbette sonraki planlarda kalıyor. Söz konusu bu tür felaketler olduğunda askeri unsurlar dahil olmak üzere ülkenin tüm birimlerinin seferberlik edasıyla hareket etmesi beklenir. Bu sebeple az sıklıktaki büyük afetleri ayrı bir kategoriye koyarak konuya yaklaşmak icap eder. Silahlı kuvvetlerin afetleri insan güvenliği bağlamında tehdit olarak algılayıp hazırlıklı olması ve gerektiği anda sahada bulunması her ülke için gerekli ve kritik öneme sahiptir. Bu anlamda sürekli gündemi işgal eden afet bakanlığı veya afetlerden birinci derece sorumlu kurumların plan ve programları şekillendirilirken askeri birimler göz ardı edilemez. Deniz ve hava kuvvetlerinin yaz aylarındaki orman yangınlarına müdahalesi, Karadeniz bölgesindeki Jandarma dahil silahlı kuvvetlerin sel felaketlerine karşı er seviyesinden en üst kademeye kadar afet koordinasyonuna dahil edilmesi, kış aylarında doğu bölgelerindeki çığ felaketlerine karşı askerlerin teknik imkanları ile daha tedbirli olması deprem dışında düşünülebilecek bazı olumsuz senaryolara karşı atılmış ve atılabilecek adımlardır.  

Türkiye gibi yangınlardan depreme, selden çığ felaketlerine kadar çeşitli afetlerin sık yaşandığı bir coğrafyada askeri birimlerin güvenlik ve tehdit algısını geniş bir tanımla ifade etmesi isabetli olacaktır. Sivil idarenin öncelikle kendi üzerine düşen tedbirleri ve müdahaleleri yaparak sorumluluklarını yerine getirmesi gerekir. Bunun ötesinde gerektiği hallerde silahlı kuvvetlerin dahil olduğu afet mücadele koordinasyonuna en iyi şekilde hazırlanmak sivil idarenin yükümlülüğündedir. Bu koordinasyon ve askeri birimlerin rolüne iyi hazırlanıldığı takdirde yukarıda bahsi geçen riskli yönler bertaraf edilebilecek ve afetlerde silahlı kuvvetlerden en verimli şekilde istifade edilecektir.

 

 

 

Dipnot[+]

0 Paylaşım